Bu yazının orijinali, İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in yayın organı Correspondencia Internacional’in (Uluslararası Haberleşme) Pandemi ve Kapitalist Kriz Karşısında Kadınlar başlıklı özel sayısında yayımlanmıştır.
Yazar: Mercedes Trimarchi – Sosyalist Sol ve Isadora (Arjantin)
Çeviri: Kadın Dayanışması
Feminist mücadeleler sayesinde, bugüne kadar kadınların yaşam kalitesini yükseltmek için önemli kısmi kazanımlar elde edebildik. Örneğin yakın geçmişte, dördüncü dalganın yarattığı coşkuyla İrlanda (2018), Yeni Zelanda (2020) ve Arjantin’de (2020) isteğe bağlı kürtaj hakkını, Suudi Arabistan’da araba kullanma hakkını (2018) kazandık. Danimarka’da cinsel istismarla ilgili yasalar değiştirildi ve nihayet bu yılın 1 Ocak gününden itibaren, açık rızanın yokluğunda cinsel ilişkinin tecavüz olduğu kabul edildi. Sinema devi Harvey Weinstein’ın (2020) cinsel istismardan 23 yıl hapis cezası alması da seferberlikler sayesinde elde edilen ilerlemenin bir parçasıydı.
Elde edilen başarılar herhangi bir hükümetin veya parlamentonun tavizleri değil, yıllarca süren mücadelelerimizin sonucudur. Üstelik, gerici ve muhafazakâr kesimler bu kazanımları ortadan kaldırmak için her koşuldan yararlanmaya çalıştıklarından, mevcut kapitalist kriz çerçevesinde kazandığımız zaferler geçici olabilir. Elbette esas olan, hükümetlerden bağımsız bir mücadele ve seferberlik sürdürmemizdir, ancak bazen temel taleplerimiz için verdiğimiz mücadeleye aynı zamanda kapitalist ve patriyarkal toplumun temel taşlarına karşı verilmesi gereken daha stratejik bir mücadele de eşlik etmelidir. Eğer bu mücadeleyi sonuna kadar vermezsek ve sosyalist bir toplumun temellerini atacak bir işçi sınıfı hükümeti için savaşmazsak, kadınların gerçek kurtuluşunu elde edemeyeceğiz. Bu nedenle İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) olarak kendimizi sosyalist feministler olarak tanımlıyoruz.
Eşit haklar için demokratik bir mücadele
18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında burjuva demokratik devrimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, erkekler eğitime erişim veya oy kullanma hakkı gibi yeni ve önemli demokratik haklar kazanırken, kadınlar hâlâ arka planda bırakılıyordu. Örneğin, 1789 Fransız Devrimi sırasında, feodal iktidarın kalıntılarına, monarşik mutlakiyetçiliğe ve cumhuriyet için mücadeleye aktif olarak katılan kadınların mücadele içerisindeki varlığı hiçbir zaman erkeklerinkiyle aynı düzeyde tanınmadı. Broşürler de kaleme alan Fransız yazar Olympe de Gouges, 1791’de kaleme aldığı Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde kadınlar için eşit haklar, yasalar ve hukuk önünde eşitlik talep ederek bu durumu kınadı. Metnin 10. maddesinde şöyle yazıyordu: “Bir kadının eylem kürsüsüne çıkma hakkı varsa, mahkeme önünde eşit olma hakkı da olmalıdır.”
Biz kadınlar, o zamandan beri haklarımızın tanınması için yorulmadan savaşıyoruz. Bu mücadelenin zaman içindeki çeşitliliği farklı (feminist) dalgalar kanalıyla görülüyor. Kısaca özetlemek gerekirse feminizm, kadın hakları için birlik içinde mücadele eden geniş bir siyasi hareket olarak tanımlanabilir. Bu, tüm sosyal sınıflardan kadınların katıldığı, kadınları ve hegemonik olmayan kimlikleri erkek dünyasının tahakkümü altına sokan ataerkil baskıya karşı merkezi olarak savaşan (çok sınıflı) bir harekettir. Görevleri merkezi olarak demokratiktir ve erkeklerin yüzyıllar önce fethettiği hakları kazanmakla bağlantılıdır. Bu mücadelenin demokratik bir mücadele olduğunu söylemek, onu küçümsediğimiz anlamına gelmiyor. Aksine, bütün gücümüzle bu harekete katılıyor ve haklarımızı kazanmak için ortak seferberliği teşvik ediyoruz. Aynı zamanda, hareketi sistemin parlamento gibi kurumlarına güven duymaya yönlendiren ve sokaklardan uzaklaştırmaya çalışan reformist önderliklerle de mücadele ediyoruz.
Biz sosyalist feministiz diyoruz çünkü her türlü baskıya ve özellikle de kadın işçilerin daha fazla sömürülmesine izin veren patriyarkal baskıya karşıyız. Bu kapitalist kriz döneminde, kazanımlarımız ne kadar büyük olursa olsun, insanlığın yozlaşması ve gezegenin yok edilmesi pahasına varlığını sürdüren kapitalist sistemi yok etmeyi başaramazsak, hiçbir kazanımımızın sürdürülebilir olmasını garanti altına alamayacağız. Bunu başarmak için işçi sınıfıyla, onun yönetmesini sağlamak için ittifak içinde olmak mücadelemiz için elzemdir, çünkü taleplerimiz ne kadar minimal ve basit olursa olsun, onları sonuna kadar götürmekle gerçekten ilgilenen tek sınıf işçi sınıfıdır. 1914’te sosyalist Louise Kneeland söylemek istediğimizi oldukça güzel özetlemişti: “Kim ki sosyalist olup feminist değil ise derinlikten yoksundur; ama kim ki feminist olup sosyalist değil ise stratejiden yoksundur.”
Kapitalizme dokunmadan patriyarka devrilebilir mi?
Kadınların ezilmesi ve baskılanması, sözde irrasyonel bir tabiata sahip olmaktan erkeklerden daha küçük beyinlere, dolayısıyla daha düşük zekâya sahip olan eksik varlıklar olarak değerlendirilmemize kadar yüzyıllar boyunca farklı argümanlarla açıklandı ve hatta haklı çıkarıldı. Farklı dönemlerde, çocuk bakımı sorumluluğunu bizim üzerimize yıkmak ve bizi ev içi alana hapsetmek için “kadının doğasında” var olan sözde annelik içgüdüsü gibi çeşitli teoriler icat edildi. Ancak, Marksist gelenekten gelen biz sosyalist feministler başka bir bakış açısına sahibiz.
Elbette kadının değersizleştirilmesi, kadına yönelik şiddet ve kadınların cinsel objeye indirgenmesi çok eski problemler. Marksizm, başlangıcından itibaren her türlü ayrımcılığa karşıydı ve cinsiyetler arasında tam hak ve fırsat eşitliğinden yanaydı. Marx ve Engels, toplumların ortaya çıkışı üzerine yaptıkları araştırmalarda, kadınların ezilmesinde “doğal” hiçbir şeyin olmadığını, “kadınların ezilmesi” olarak adlandırdıkları sürecin özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla bağlantılı olan bir toplumsal süreç olduğunu ve bu sürecin devamlılığının tarihsel olarak bir kurum kanalıyla sağlandığını savundular: patriyarkal aile.
Patriyarka sadece bir ideoloji değildir. Liberal feministlerin ve eğilimlerin iddia ettiğinin aksine patriyarka sadece kültürel düzeyde değil, toplumsal yaşamın her alanında mücadele edilmesi gereken bin yıllık bir baskı sistemidir. Patriyarkal baskı kültürel olmaktan çok daha fazlasıdır ve insanlığın yarısının aşırı sömürülmesi sayesinde kapitalizmin daha fazla kâr elde etmesine hizmet eder. Dolayısıyla bizim öne sürdüğümüz, partiyarkayla mücadelenin yanı sıra aynı zamanda kapitalizme karşı da mücadele etmektir; çünkü patriyarka ve kapitalizm iç içe geçmiş ve el ele ilerleyerek birbirlerini besleyen iki sistemdir. Ve bu kombinasyon kadınlar ve hegemonik olmayan kimlikler için ölümcüldür.
İşte bu nedenle, kadınların patriyarkayla mücadelesinin sadece farklı cinsiyet kimlikleri üzerindeki erkek tahakkümü ve ayrıcalıklarına son vermek için değil, maruz kaldığımız her türlü sömürü ve baskıya son vermek için aynı zamanda kapitalizme karşı bir mücadele de olması gerektiğini savunuyoruz. Kadınların gerçek kurtuluşu için her iki sistemi de çökertmeliyiz ve bu ancak bir işçi sınıfı hükümeti ile mümkün olabilir. Kapitalizm var olduğu sürece patriyarkayı yenmek mümkün değildir. Bu nedenle feminist mücadele, tüm işçi sınıfının kapitalist tahakküme karşı ve sosyalizmin zaferi için verdiği mücadeleden ayrılamaz ve onunla ortaklaşmalıdır.