Bu yazının orijinali, İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in yayın organı Correspondencia Internacional’in (Uluslararası Haberleşme) Pandemi ve Kapitalist Kriz Karşısında Kadınlar başlıklı özel sayısında yayımlanmıştır.
Yazar: Mercedes de Mendieta, Buenos Aires Şehir Meclisi üyesi – Sol Cephe-Birlik’ten Sosyalist Sol (Arjantin)
Çeviri: Kadın Dayanışması
Tüm dünya kapitalist-emperyalist sistemin tarihsel krizinden geçiyor. Sağlık acil durumu, pandemiyle mücadele için stratejik iş kollarının “kadınlaşmış” olduğunu gözler önüne serdi. Bu arada hükümetler, özellikle en yoksul kadın işçileri ve hane geçindirmekle yükümlü kadınları olumsuz etkileyen kemer sıkma politikalarını uygulamak için pandemiyi fırsat olarak kullandı. Cinsiyet eşitsizliği tüm yönleriyle derinleşti. Ancak kadın işçi ve emekçiler bu durum karşısında sessiz kalmadı ve hakları için sokaklarda mücadele etmeye devam ettiler.
Koronavirüs pandemisi eğer bir şeyi açıkça ortaya koyduysa, o da işgücü piyasasında kadınların bu sağlık kriziyle mücadele etmede stratejik olan işlerde çalışıyor olmasıdır: Hemşirelerin ve sağlık sektörünün farklı işkollarındaki emekçilerin çoğunluğu biziz. Yaşlı bakımı ve geriatride (yaşlı sağlığı üzerine çalışan tıp dalı, ç.n.) çalışanlar içinde de biz çoğunluktayız. Bu durum, ulaşım ve hastaneler gibi temel sektörlerin temizlik emekçilerine gelince de keza böyle. Dünyanın her yerinde eczanelerde ve süpermarket kasalarında çalışanların çoğunluğunu da gene bizler oluşturuyoruz.
Ayrıca öğretmenlerin çoğu da biz kadınlarız ve salgın boyunca ev işlerinin çoğu da bizlerin omuzlarına yüklenmiş durumda. Ancak pandemi ile mücadelede sahip olduğumuz bu stratejik pozisyonların ve emeğimizin karşılığını yeterince alamıyoruz. Cinsiyete dayalı iş bölümünün bir sonucu olarak, çoğunlukla kadınların doldurduğu tüm bu pozisyonlar aynı zamanda en kötü ücretlere sahip işler olarak karşımıza çıkıyor.
Nasıl ki kadınlar sağlık kriziyle mücadelede kilit pozisyonları işgal ediyorsa, aynı şekilde ekonomik krizden de en çok etkilenenler bizleriz. CEPAL (Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu) tarafından gerçekleştirilen Şubat 2021 tarihli bir çalışmaya (No: 9) göre, pandemi döneminin sadece ilk bir yılında, kadınların işgücü piyasasına katılım seviyesi on yıl geriledi. Sadece bu da değil, çalışma raporu aynı zamanda Latin Amerika’daki kadınların yüzde 56,9’unun, Karayipler’deki kadınlarının ise yüzde 54,3’ünün istihdam ve ücretler açısından pandemiden en olumsuz etkilenmesi beklenen sektörlerde, yani en riskli işlerde çalıştığını gösteriyor. Ayrıca, kısıtlama önlemleri ve kapitalist kriz, ekonominin en çok ev içi istihdam, gastronomi ve turizm gibi nitelikli olmayan işlerden oluşan, dünya genelinde işten çıkarma listelerinin başında yer alan ve ağırlıklı olarak kadın emeğinden oluşan sektörlerini etkiliyor. İşte bu nedenle kapitalist kriz ve pandeminin birleşiminin toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini derinleştirerek milyonlarca kadını yoksulluğa sürüklediğini söylüyoruz.
Kapitalist hükümetler, koronavirüs aşılarının patentleri üzerinden halk sağlığı pahasına milyon dolarlar kazanan büyük laboratuvarlar ve çok uluslu şirketlerle yaptıkları anlaşmaları sürdürüyor. Ve bu dünyanın her yerinde özellikle kadınları, siyahları ve göçmenleri etkiliyor.
Kadınlar sağlık sektörünün kilit emekçileri
Kadınlar olarak, özellikle sağlık sistemi içinde, pandemiye karşı mücadelenin ön saflarında yer alıyoruz. CEPAL’e (2021) göre, sağlık sektöründe istihdam edilen emekçilerin yüzde 73,2’si kadınlar, siyahlar ve göçmenlerden oluşuyor ve bu emekçiler uzun çalışma saatleri gibi, sağlık personelinin enfeksiyona maruz kalma riskini daha da artıran bir dizi aşırı çalışma koşuluyla karşı karşıya kalıyorlar. Dünya genelinde, kadınlar sağlık sektöründe erkek meslektaşlarına göre daha düşük ücretler alıyor. Aynı zamanda hasta bakımı, huzurevinde çalışmak gibi en düşük ücretli alanlarda çalıştıklarından hayatta kalabilmek için aynı anda başka işler de yapmak ve toplamda iki veya üç işte çalışmak zorunda kalıyorlar.
Sağlık emekçileri salgının başlangıcından bu yana, on yıllardır süren sağlık sisteminin özelleştirilmesi politikalarını ve sağlık acil durumu çerçevesinde sağlık sistemi bütçesini artırmayan kapitalist hükümetleri kınadılar. Pandemi ile başa çıkmanın anahtarları olan kişisel koruyucu ekipmanların, solunum cihazlarının ve yoğun bakım yataklarının eksikliği karşısında isyan ettiler. Çöken sağlık sistemlerindeki yorucu çalışma temposunu, sektördeki kötü ücretleri ve iş güvencesizliğini ortaya çıkardılar ve kadın erkek tüm sağlık çalışanları, kahraman olarak görülmek yerine iyi koşullarda çalışmak istediklerini belirttiler.
Bu taleplere, pandemiyi nihayet kontrol altına almak için gerekli bağışıklığı elde etme yönünde toplu aşılama planları için verilen mücadeleler de eşlik etti. Ancak kapitalist hükümetler, koronavirüs aşılarının patentleri üzerinden halk sağlığı pahasına milyon dolarlar kazanan büyük laboratuvarlar ve çok uluslu şirketlerle yaptıkları anlaşmaları sürdürüyor. Ve bu dünyanın her yerinde özellikle kadınları, siyahları ve göçmenleri etkiliyor.
Salgın, 2020’den önce de zaten var olan ve ataerkil kapitalist sistemin bir sonucu olan cinsiyet ayrımını daha da derinleştirdi. Bu sistem, toplumsal cinsiyet baskısı ve sınıf eşitsizliğinden yararlanarak bizim emeğimizi aşırı ölçüde sömürmeyi başarıyor!
Eğilim, cinsiyete dayalı ücret farkının artması yönünde
İki pandemiden geçiyoruz: koronavirüs ve satın alma gücünde keskin bir düşüş ve giderek artan işsizlik oranları ile özellikle çalışan kadınları ve popüler sektörleri etkileyen sosyal pandemi. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Dünya Ücretler Raporu (2020-2021), 2020’nin ilk yarısında kadınların maaşlarının yüzde 14,9, erkeklerin maaşlarının ise yüzde 11,3 düştüğünü gösteriyor. Bu rakamlara Latin Amerika bölgesinde 2020’de kadınların işgücüne katılım oranındaki düşüşün yüzde 46 olduğunu, erkeklerde ise bu düşüşün yüzde 69 olduğunu eklersek (2019’da bu oranlar kadınlarda yüzde 52, erkeklerde yüzde 73’tü), sonuç olarak dünyada yoksulluğun kadınlaşmasında bir büyüme görüyoruz.
Krizden en fazla etkilenen kadınlaştırılmış sektörlerden biri de işgücünün önemli bir bölümünü oluşturan ve kayıtdışı istihdamın en kırılgan biçimi olan ev işçiliği oldu. Ev işçisi kadınlar, özel haneler için ve genellikle resmi istihdam koşulları olmaksızın, kayıtdışı çalışıyorlar. Şu anda, ILO’ya göre, dünyada en az 67 milyon ev işçisi var ve bunların yüzde 80’inini kadınlar oluşturuyor (ILO, 2021). Ev işçiliği aynı zamanda kısıtlama önlemlerinden en çok etkilenen işlerden biri oldu. 2020’nin ikinci çeyreğinde, başta Brezilya (eksi yüzde 24,7), Şili (eksi yüzde 46,3), Kolombiya (eksi yüzde 44,4), Kosta Rika (eksi yüzde 45,5), Meksika (eksi yüzde 33,2) ve Paraguay (eksi yüzde 15,5) olmak üzere birçok ülkede ücretli ev işlerinde istihdam seviyeleri düştü.
Salgın, 2020’den önce de zaten var olan ve ataerkil kapitalist sistemin bir sonucu olan cinsiyet ayrımını daha da derinleştirdi. Bu sistem, toplumsal cinsiyet baskısı ve sınıf eşitsizliğinden yararlanarak bizim emeğimizi aşırı ölçüde sömürmeyi başarıyor! Bu sayede işverenler daha yüksek kâr elde ediyor ve kadın emekçilere zarar veriyorlar. Dolayısıyla kriz zamanlarında ilk işten çıkarılan, en güvencesiz ve taşeron işlerde çalışan, işyerinde her türlü taciz ve ayrımcılığa maruz kalanlar biz kadınlar oluyoruz. Toplumsal cinsiyet baskısı ve sınıf sömürüsünün bu zararlı kombinasyonu, biz kadınların erkeklere göre en az yüzde 23 daha düşük ücretlere çalıştığı ve yukarıdaki raporlara dayanarak bu oranın çok daha yükselebileceği anlamına geliyor. Cinsiyete dayalı eşitsizlikteki bu artış eğilimi, kadın istihdamındaki düşüş, kayıtdışı istihdamın yükselmesi ve düşük ücretlerin yanı sıra ücretsiz ev içi emek ile de açıklanmaktadır.
Ev içi emek ve bakım emeğinin artan yükü
2020 yılında kadınların işgücü piyasasından zorunlu olarak çıkarıldıkları kaydedilirken, artan ev içi emek ve bakım emeği yüküne maruz kalan pek çok kadın iş aramaya geri dönemedi. Bu geri çekilme, bizi yeniden üretim emeğinin toplumsal cinsiyete dayalı olarak bölüştürülmesini bir kez daha sorgulamaya çağırıyor.
Ekonomik özerkliğimizin temel bir ilkesi olan kadınların işgücü piyasasına girmesi için yıllarca süren mücadele, kadın işsizliğindeki artışın, aynı zamanda evden çalışmanın kurumsallaşması ve buna bağlı olarak ev işlerindeki artışın bir araya gelmesiyle tehdit ediliyor. Evden çalışma, ulaşıma harcanan zamanı “evde kalarak” bize kazandırdığı ve çocuk ve yaşlı bakımı için bir bakıcı tutma maliyetinden “tasarruf” sağladığı varsayımlarıyla kadınlar için “her derde deva” olarak önümüze sunuluyor, ancak bu, biz kadın emekçilerin maruz kaldığı aşırı sömürüyü gizlemeye çalışan bir söylemden başka bir şey değil.
Patriyarkal kapitalist sistemde maruz kaldığımız bu tarihsel krizden çıkmak için tüm kadın mücadelelerini birleşik bir biçimde yürütmeye devam etmeliyiz.
Salgın kadınların mücadelesini durdurmadı
Küresel çaptaki dördüncü feminist dalgayı yükselten ve bu dalga kapsamında harekete geçen biz kadınlar, haklarımız için savaşmak gayesiyle sokakları kazandık ve kadın emekçiler olarak taleplerimiz için daha güçlü bir şekilde örgütlendik. Covid-19 salgını, kapitalizmin milyonlarca insanın bitmeyen sefaletini nasıl büyük ölçüde artırdığını ve kadınların bu durumdan en çok etkilenenler arasında olduğunu ortaya koydu. Bu nedenle, mücadeleden vazgeçmemek ve mücadeleyi kazanmak için, krizin faturasını bir bütün olarak işçi sınıfının değil, kapitalistlerin ödemesi için çok önemlidir.
Koronavirüsün ilerlemesi kadınların mücadelelerini durdurmadı; çünkü patriyarkal kapitalizmin bize sunacak hiçbir şeyi olmadığı her zamankinden çok daha fazla gün yüzüne çıktı. Öncelikle, kadın sağlık çalışanları, çökmüş sağlık sistemleri içinde sağlık kriziyle savaşın ve bütçe, daha iyi çalışma koşulları ve toplumsal aşılama planları talep eden mücadelelerin ön saflarında yer aldılar.
Ayrıca kadınlar olarak pandeminin bir yandan omuzlarımızdaki ev içi emek ve bakım emeği yükünü artırmasını, diğer yandan da kapanma önlemlerinin toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, kadın cinayetlerini ve aile içi cinsel istismar sorunlarını daha da derinleştirmesini kınadık. Gerekli sağlık ve hijyen önlemlerini alarak, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet belasıyla mücadele etmek için sokakları terk etmedik ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde seferberlikler ve eylemler gerçekleştirdik. Ve bazı ülkelerde, Arjantin’de olduğu gibi yasal, güvenli ve ücretsiz kürtaj hakkının kazanımı yolunda ilerlemeye devam ediyoruz; diğerlerinde, örneğin Ekvador’da, kürtajın suç kapsamından çıkarılması konusunda ilerlemeler kaydettik ve Şili, Dominik Cumhuriyeti ve diğer Latin Amerika ülkelerinde de kürtaj hakkı için çeşitli mücadeleler başlattık. Polonya’da kürtaj hakkına yönelik saldırılarla karşı karşıya kalan feminist hareket, kürtaja erişimin kısıtlanmasına rağmen direnmeye devam ediyor.
Pinochet’nin mirasına karşı sokaklarda olan Şilili kadınlar, Duque hükümetine karşı açılan devrimci sürecin temel bir parçası olan vergi ve sağlık reformlarının geri çekilmesi mücadelesinde rol oynayan Kolombiyalı kadınlar gibi, kadınlar kapitalist hükümetlerin kemer sıkma politikalarına karşı farklı ülkelerde süregelen mücadelelerin bir parçası. Benzer şekilde, soykırımcı İsrail Devleti’nin saldırılarına direnen Filistinli kadınlar da, İsrail’in ilhakçı ve sömürgeci girişimleri karşısında kısmi bir zafer elde edebildiler.
Patriyarkal kapitalist sistemde maruz kaldığımız bu tarihsel krizden çıkmak için tüm kadın mücadelelerini birleşik bir biçimde yürütmeye devam etmeliyiz. İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) olarak meseleye sınıfsal bir perspektiften bakıyor ve tüm bu mücadelelerin işçi sınıfı hükümetleri kurma yolunda patriyarka, dinsel gericilik ve kapitalizm karşıtı mücadeleler olarak ilerlemelerini savunuyoruz. Her türlü baskı ve sömürüden arınmış sosyalist bir toplum inşa etme yolunda toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine ve yoksulluğun kadınlaştırılmasına ancak bu şekilde son verebiliriz.