ABD Yüksek Mahkemesi’nin kürtajı anayasal bir hak sayan Roe kararını bozmasının ardından Kadın Dayanışması olarak Twitter’da bir sohbet odası açmış ve ABD’de antropoloji alanında öğretim görevlisi olan feminist mücadele arkadaşımız Sena Aydın’la bu kararı konuşmuştuk. 28 Haziran tarihli sohbet odasını kaydını doğrudan Twitter’dan dinleyebileceğiniz gibi söyleşinin tam metnini de buradan okuyabilirsiniz. İyi okumalar!
Cemre: Merhaba herkese! Kadın Dayanışması adına hepinize hoş geldiniz demek istiyorum. Ben Cemre, bugün bu sohbet odasının “ABD’deki kürtaj kararı ne anlama geliyor ve etkileri neler olacak?” konu başlıklı sohbet odamızın kolaylaştırıcılığını yapmaya çalışacağım. Kadın Dayanışması olarak da ilk sohbet odamız bu. O yüzden, kimi teknik aksaklıklar yaşarsak da şimdiden affınıza sığınıyoruz. Ben aslında şöyle başlamak istiyorum: Oldukça önemli ve rejimin tüm yasak, baskı ve şiddetine rağmen mücadeleyi, dayanışmayı ve heteropatriyarkal kapitalist sisteme karşı taleplerimizi öne çıkardığımız önemli bir haftayı, Onur Haftası’nı geride bıraktık. Bugün de 28 Haziran Stonewall İsyanı’ndan bir yıl sonra, 1970’te ABD’de ilk kitlesel Onur Yürüyüşü’nün yapıldığı gün. Bu sebeple de bu sohbete “LGBTİ+fobiye, ikili cinsiyet dayatmasına, ayrımcılığa ve nefret politikalarına karşı mücadele ve kazanımlarla dolu nice zamanlara!” diyerek başlamak istiyorum. Öte yandan, maalesef birazdan da işleyeceğimiz ABD kürtaj kararı hamlesinde de görebileceğimiz gibi içinden geçtiğimiz politik durumda erkek egemen kapitalist sistemlerin derinleşen krizi ile karşı karşıyayız ve bu kadın, LGBTİ+ ve elbette emek mücadelelerine ve onların kazanımlarına dönük rejimlerin artan saldırıları anlamına geliyor bizler için. Kimi yerlerde seferberliklerle bunlara karşı durabiliyoruz, kimi yerlerde tıpkı son süreçte, son yıllarda Arjantin’de, Meksika’da, Latin Amerika’da yaşandığı gibi mücadelemiz önemli sonuçlar veriyor ve yeni kazanımlar elde ediyoruz. Ancak bizim Türkiye’de de çok yakından yaşadığımız gibi, birçok ülkede de birer savunma mücadelesi vermeye çalıştığımızı söyleyebiliriz aslında. Haklarımızı, bedenimizi, emeğimizi, hayatlarımızı savunmaya çalışıyoruz. Diğer yandan uluslararası feminist hareket açısından her bir ülkedeki mücadelenin, kazanımın veya kaybın diğerine göbekten bağlı olduğunu, doğrudan etkilediğini çok iyi biliyoruz. Bu sebeple de daha önce YouTube kanalımız üzerinden de Arjantin ve Polonya süreçlerini değerlendirdiğimiz gibi bu son süreçte de ABD’deki kürtaj kararını ve bunun uluslararası feminist hareket açısından etkilerinin neler olabileceğini konuşmak istedik birlikte.
Ben öncelikle bu konuda, bu sohbette sözü Sena’ya bırakacağım. Sena, Kadın Dayanışması’ndan mücadele arkadaşımız ve ABD’de antropoloji çalışmaları alanında öğretim görevlisi. Dolayısıyla da hem ABD siyasetini hem de kadın hareketini yakından takip ediyor. Bu açıdan öncelikle onun gözlemleri ve yorumlarına başvurmak istedik çünkü bu konuda biraz, Türkiye’de özellikle, ABD hukuk sistemine ilişkin, bu kararın etkilerine ilişkin birtakım bilgi eksikliklerimiz de olduğunu düşünüyoruz. Ardından Sena’nın verdiği bilgiler doğrultusunda belki hepimizin aklına gelecekler olacaktır, soruları olacaktır, gözlem ve katkıları olacaktır. O şekilde devamında ilerleyebiliriz diye düşünüyoruz.
Sena, şu iki soru ile başlayabiliriz diye düşünüyorum: ABD Yüksek Mahkemesi aslında ülke genelinde kürtaj hakkını anayasal olarak garanti altına alan 1973 tarihli kararı iptal etti. Bu emsal kararın tam içeriği neydi, nasıl bir güvence sağlıyordu ve şimdi bu kararın bozulması Amerikan hukuk sistemi için de ne anlama geliyor? Roe vs. Wade (Roe Wade’e karşı) kararı bozulmadan önce kürtaj anayasal bir hak olarak tanınıyordu. Bu tam olarak ne anlama geliyor, yani kürtaj yasal mıydı Amerika’da?
Sena: Bu soruyu cevaplamak için işin yasal tarafına girmek ve Amerika’nın yasal sistemini biraz açıklamak gerekiyor. Amerika federal sistemle yönetiliyor ve tüm eyaletleri bağlayan anayasal haklar ve federal kanunlar dışında her eyalet kendi yasalarını düzenliyor. Ancak bu herhangi bir eyalette anayasal haklara ya da federal kanunlara ters düşen yasal düzenlemeler olamaz anlamına gelmiyor. Örnek vermek gerekirse, mesela Virginia eyalet yasalarına göre bugün hâlâ, 2022 yılında evlilik dışı seks yapmak suç sayılıyor. Sadece zina konseptinden yani bireylerden herhangi birinin evli olmasından bahsetmiyorum; bekârsanız seks yapamıyorsunuz. Yani atıyorum, teorik olarak herhangi biri ya da bir eyalet savcısı kalkıp sana bekârsın ama aktif seks hayatın var diye dava açabilir. Ama bu dava ya dava düşer -çünkü evlilik kurumu çatısı dışında bir seks hayatınızın olması anayasal hak ve özgürlükleriniz dahilinde olan bir durum- ya da belirli koşullarda, yani bu verdiğim örnek gibi eyalet yasalarıyla federal yasaların ya da anayasanın birbiriyle çeliştiği durumlarda dava federal bir mahkeme olan Yüksek Mahkeme’ye kadar taşınabilir, ki bu da bizi Roe Wade’e karşı davasına getiriyor.
1970 yılında, Norah McCorvey, o dönem kimliğinin korunması amacıyla Jane Roe takma ismiyle, Teksas eyaletindeki kürtajın sadece doktor izniyle ve sadece kadının hayatını kurtarmak amacıyla yapılabileceğini söyleyen eyalet yasasına itiraz ederek ikamet ettiği Teksas’ın Dallas bölgesindeki bölge savcısı Henry Wade’e karşı bir dava açıyor. Roe, ki biz de Roe diyelim dava takma adıyla özdeşleştiği için, davasında eyalet yasalarının anayasaya aykırı olarak belirsiz olduğunu ve Anayasa’daki Birinci, Dördüncü, Beşinci, Dokuzuncu ve On Dördüncü Değişiklikler tarafından korunan “kişisel mahremiyet” hakkını ihlal ettiğini iddia etti. Roe’nun bu davayı açmasının sebebi zaten halihazırda iki çocuğu varken istenmeyen üçüncü bir gebelik yaşaması ve bir çocuğa daha bakabilecek ekonomik durumu olmadığı için kürtaj olmak istemesi. Dava Yüksek Mahkeme’ye kadar geldi ve Yüksek Mahkeme şu soruyu sordu: “Anayasa, bir kadına hamileliğini kürtajla sonlandırma hakkını tanıyor mu?” Dokuz yargıçtan oluşan Yüksek Mahkeme 1973 yılında yediye iki çoğunluk kararıyla bu soruya “evet” cevabını verdi. Kararın özetini aktarmak istiyorum size:
“On Dördüncü Değişiklik Maddesi, devlet müdahalesine karşı kişisel mahremiyet hakkını korur ve bir kadının kürtaj yaptırmayı seçme hakkı, bu mahremiyet hakkının kapsamına girer. Hamileliğin aşamasına veya diğer koşullara bakılmaksızın kürtajı geniş ölçüde yasaklayan Teksas eyalet yasası bu hakkı ihlal etmiştir. Devletin hamile kadınların sağlığını ve ‘insan yaşamının potansiyelini’ koruma konusunda meşru çıkarları olmasına rağmen, bu çıkarların her birinin göreli ağırlığı hamilelik boyunca değişir ve yasa bu değişkenliği hesaba katmalıdır.”
Dolayısıyla bu kararla kürtaj “kişisel mahremiyet hakkı” kapsamında anayasal hak olarak tanındı ve üst sınırı eyaletten eyalete göre değişiklik gösterse de bu “kişisel mahremiyet” ve “devletin insan yaşamını koruma” dengesi maksimum 24 hafta, yani ceninin rahim dışında varlığını sürdürebileceği nokta olarak belirlendi, ki bu da ikinci trimesterin sonu oluyor sanırım.
Ama burada tabii ki şeytan detaylarda gizli. Çünkü Yüksek Mahkeme kararları ülke çapında bağlayıcı evet, ama federal olarak yasallaşmadıkları sürece değişmez değil. Yani o dönemki Yüksek Mahkeme yargıçları kimse onlar bu kararı vermiş olabilir, ama kompozisyonu başka olan bir Yüksek Mahkeme önüne benzer bir dava geldiğinde “Buna zamanında böyle karar verilmiş ama biz kürtajın anayasal haklar kapsamına girdiğini düşünmüyoruz” gibi aksi bir yorumlama yapabilir, ki nitekim şu an tam olarak olan bu.
Dolayısıyla Amerika’da 1973’ten beri kürtaj anayasal bir haktı. Ama yasal değildi, hiçbir zaman da olmadı. Yasal olması için Amerikan Kongresi’nin iki odasından birinde, yani Senato ya da Temsilciler Meclisi’nde yasa tasarısı olarak sunulması ve her ikisi tarafından da onaylanması gerekiyor. Kürtajı federal düzeyde yasal hale getiren bir yasa tasarısı hiçbir zaman sunulmadı Amerikan Kongresi’ne ve bu hak hep Roe vs. Wade davasının emsal teşkil etmesi üzerinden bahşedildi diyelim, yani Yüksek Mahkeme’nin yorumuna açık ve korunmasız bırakıldı.
Şunu da ekleyeyim. Yüksek Mahkeme yargıçları ABD Başkanı tarafından atanıyorlar ve bu dönemlik bir pozisyon değil. Yani bir Yüksek Mahkeme yargıcı atandıktan sonra kendisi emekliliğini istemediği ya da görevi kötüye kullanıp ABD Kongresi tarafından görevden alınmadığı sürece, kısacası ölene kadar Yüksek Mahkeme yargıcı olarak kalıyor. Şu anki Yüksek Mahkeme yargıçlarının biri baba Bush, ikisi George Bush, biri Clinton, ikisi Obama, üçü de Donald Trump tarafından atanan yargıçlar. Ki bir önceki başkanlık döneminde, yani Donald Trump’ın başkanlık döneminde üç Yüksek Mahkeme yargıcı ataması yapılabileceği öngörülüyordu, çünkü oldukça yaşlı üç yargıç vardı. Ve Trump da zaten seçim kampanyası esnasında oy tabanı Evanjelist Hıristiyanlara dönük olarak “Başkan olmam halinde Yüksek Mahkeme’ye kürtaj karşıtı yargıçlar atayacağım” vaadinde bulunmuştu, ki nitekim de dediğini yaptı. Ve Trump’ın atamalarıyla Yüksek Mahkeme’de Cumhuriyetçi ve kadın düşmanı yargıçlar altıya üç çoğunluğa sahip oldular.
Son bir ironik ya da trajik bir detay da vermem gerekirse… Kürtaj hakkıyla özdeşleşen bu davanın kahramanı Roe, yani Norah da Evanjelist bir Hıristiyan’dı ve kürtaj hakkı savunucusu bir kadın değildi aslında. 2017 yılında öldü ve kadınların en büyük kazanımlarından biri olarak görülen bu Roe kararı sonrasında açtığı davayı sadece kendi içinde bulunduğu koşullarda gebeliğini sonlandıramamanın haksızlık olduğunu düşündüğü için açtığını ve işin buralara varacağını tahmin etmediğini söyledi. Ve zaten hayatının ileriki dönemlerinde bu dava onunla özdeşleştiği için Evanjelist Hıristiyan gruplardan çok fazla baskıya maruz kaldı ve bunun sonucunda kürtaj karşıtı gruplarda aktivistlik de yaptı. Bu da böyle kötü bir anekdot olarak kalsın.
Cemre: Teşekkürler. Özellikle şu vurgunu çok kritik gördüm: Kürtaj anayasal bir haktı ama hiçbir zaman yasalaşmadı ve sürekli güvencesiz bırakıldı. Sanırım bugüne gelen süreç de bununla ilgili. Bu karar bozulmadan önce Amerika’da kürtaja erişim koşulları nasıldı?
Sena: Söylediğim gibi kürtaj hiçbir zaman yasalarla garanti altına alınıp federal düzeyde yasal bir hak olmadı. Dolayısıyla 1973’ten beri düzenli olarak saldırı altındaydı ve seneler içerisinde Yüksek Mahkeme’nin önüne konuyla ilgili pek çok dava geldi. Ama her seferinde Roe kararı emsal alınıp bu anayasal hak korundu. Ama bu demek değil ki eyalet seviyesinde kürtaj karşıtı tutucu yasalar geçirilmedi. Sadece 2019 yılında ülke çapında kürtajı kısıtlayan 300 uygulama yürürlüğe konulmuş veya konulmaya çalışılmış örneğin. Ya da hatırlarsınız, pandeminin başında Cumhuriyetçiler kürtajı zorunlu olmayan sağlık hizmeti kapsamına sokmaya çalışarak bu saldırıyı artırıp fiili olarak kürtajları engellemeye çalıştılar. Böyle durumlarda her seferinde Roe kararı bir bariyer işlevi gördü.
Farkındaysanız olayları hep mahkeme kararlarına ve yasal süreçlere endeksli şekilde anlatıyorum. Bunun nedeni kürtaj hakkının Roe kararıyla birlikte hep liberal reformist bir tonda savunulması. Yani kürtaj, patriyarkanın kadın bedeni üzerindeki tahakkümü karşısında uğruna savaşılan ya da doğurgan bireylerin kendi bedenleri üzerinde söz söyleme hakkına sahip olması temeli üzerine yükselen toplumsal bir özgürlük meselesi değil, daha çok “kişisel mahremiyet” üzerinden bireysel bir hak olarak savunuldu, ki bu da meseleyi daha çok mahkemelere ve yasa süreçlere kilitledi.
Bu bir yana, Amerika’da Roe öncesi kürtaja fiili erişim konusuna gelecek olursak bu da kapitalizmden, kurumsal ırkçılık ve sınıf düşmanı politikalardan, derin gelir eşitsizliğinden bağımsız ele alınabilecek bir mevzu değil. 1973’te kürtaj anayasal bir hak olduktan sonra sonra çoğu hastane kürtaj yapmayı reddetti ve hâlâ da reddediyor, reddedebiliyor. Zaten bağımsız kürtaj klinikleri ve Planned Parenthood gibi kürtaja erişim konusunda destek sunan çeşitli sivil toplum kuruluşları da bu şekilde ortaya çıktılar ilk defa. Birkaç istatistik vermem gerekirse, 329 milyon nüfuslu Amerika’da 2017 yılında sadece 518 hastane kürtaj hizmeti veriyordu ve 2020 yılında gerçekleşen 930 bin üzeri kürtajdan sadece yüzde 4’ü hastanelerde, yüzde 1’i özel muayenehanede, geri geri kalan yüzde 95’i bağımsız kliniklerde gerçekleşmiş, dolayısıyla Amerika’da kürtaja erişim bu bağımsız klinikler olmadan düşünülemez. Ve genelde görece daha liberal bölge ve şehirlerdeki hastanelerin kürtaj yapmayı kabul ettiğini düşünürsek, pratikte bu klinikler Amerika’nın politik ve kültürel olarak en gerici ve tutucu bölgelerinde varlık göstermeye çalışıyorlar. Ama tabii ki yeterli değiller. Gene başka bir istatistiğe göre Amerika’daki kürtaj yaptıran kadınların yarısı bu hizmete erişebilmek için en az 100 mil (150 km) seyahat etmek zorunda. Kliniklerin sayısının az, doluluk oranlarının oldukça fazla, randevu bulmanın oldukça zor ve tek opsiyonun bu klinikler olduğunu düşünürsek hasta-doktor güven ilişkisinin asla kurulamadan verildiği bir kürtaj hizmetinden bahsediyoruz.
Örneğin Planned Parenthood gibi STK’ler sadece kürtaj ve kürtaja erişim ve bilgilendirme hizmeti değil, genel olarak cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmeti veriyorlar. Dolayısıyla devletten belirli bir miktar bütçe alabiliyorlar ama 2015 yılında Cumhuriyetçilerin oylamasıyla Temsilciler Meclisi’nde bu tarz kurumlara verilen bütçede büyük kesintilere gidildi. Dolayısıyla bu STK’lerin bütçesinin yarıdan fazlası özel bağışlardan oluşuyor. Ve bildiğim kadarıyla kürtaj klinikleri devletten hiç federal bütçe alamıyor, sadece bağışlar ve kampanyalar üzerinden ayakta kalıyorlar.
Buna karşılık Hıristiyan gruplarla bağlantılı ve gebelik kriz merkezleri olarak bilinen ve gebe kalan kadınlara kürtaj yaptırmamaları konusunda danışmanlık yapan STK’ler var ve Associated Press sadece 2021 yılında toplam 12 eyalette devlet bütçesinden bu kuruluşlara 89 milyar dolar bütçe yardımı yapıldığını ortaya çıkardı yakın zamanda.
Devlet bütçesinin kürtaj yanlısı değil kürtaj karşıtı gruplara akıtılması kürtajın ücretsiz olamaması anlamına da geliyor.
Devlet bütçesinin kürtaj yanlısı değil kürtaj karşıtı gruplara akıtılması kürtajın ücretsiz olamaması anlamına da geliyor. İlk trimester içinde komplikasyon riski görece düşük bir kürtajın ortalama maliyeti şu an yaklaşık 750 dolar Amerika’da. Federal asgari ücretin saat başı 7 buçuk dolar olduğunu düşünürsek asgari ücretle çalışan birinin aylık maaşının yarısı demek ve tabii bunun üzerine seyahat masraflarını da eklemek gerekiyor. Yani gelir düzeyi düşük bireyler, ki sistematik ırkçılığın olduğu Amerika’da bu çoğunlukla siyah, yerli ve Latinleri orantısız olarak daha çok kapsıyor, fiili olarak kürtaja erişemiyor demek.
Sistematik ırkçılık ve sınıf düşmanlığının bir ayağını da son 40 senedir Hyde Kanunu oluşturuyor ve kürtaj yanlısı gruplar sadece kürtaj karşıtı yasalara değil, bu yasaya karşı da sürekli mücadele veriyor. Nedir bu yasa? Kadının hayatı tehlikede olmadığı sürece ya da gebelik tecavüz veya ensest sonucu olmadığı sürece devlet bütçesinin kürtaj için kullanılamayacağını söyleyen bir yasa. Bu ne demek peki? Eğer özel sağlık sigortanız yoksa, sadece devletin sağladığı Medicare ya da Medicaid isimli devlet sağlık sigortanız kürtaj masraflarını karşılayamaz demek. Ve tabii ki kimin özel sağlık sigortası yok? Gelir düzeyi düşük bireylerin… Bu Hyde Kanunu 1973’te Amerika’da kürtajın anayasal hak olarak tanınmasından sonra gerici önlem olarak 1976’da yürürlüğe giriyor, seneler içerisinde içeriğiyle oynanıyor, atıyorum tutuklular bu yasanın kapsamına giriyor mu girmiyor mu diye falan. Şu an hâlâ yürürlükte olan son versiyonu 1997 yılında güya kürtajı savunan Demokrat Parti üyesi ve dönemin devlet başkanı Clinton tarafından imzalanmış ayrıca.
Son olarak da kürtaj haplarından bahsedeyim. Mifepriston ve mizoprostol denilen iki hap var. Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi yani FDA 20 yıl önce bu hapların kullanılmasını onayladı ama onaylarken bir kısıtlama şartı getirdi bu haplara, sadece doktor reçetesiyle erişilebilir ve haplar sadece bir sağlık merkezinde alınabilir diye. Bu, kürtaj kliniklerinin zaten yetersiz olduğu bir ortamda medikal kürtaja erişimde yaşanan zorlukla aynı problem haplar konusunda da yaşanıyor demek. Ama özellikle gebeliğin erken dönemlerinde bu ilaçları evde almakla bir klinikte almak arasında bir fark yok. Aslında bu haplar herhangi bir doktorun sana reçete yazarak senin gidip eczaneden alabileceğin bir ilaç olsa, ki bu haplar şu an 90 dolar civarında, kürtaj bir tık daha erişilebilir hale gelebilir pek çok kadın için. Çoğu doktor ve jinekolog da aslında bu ilacın aynı ertesi gün hapı gibi gebeliğin ilk trimesterinde olan bireylere reçetesiz satılan bir ilaç olmaması için hiçbir neden yok diyor. Ve “hapla kürtajın “tehlikeli” olmasının nedeni ilaçların ya da sürecin tehlikeli olması değil eyalet yasaları” diye de ekliyorlar. Bazı eyaletler direkt “kendi kendine yani haplarla kürtaj eyalet yasalarına aykırıdır” diyor. Diğerlerinin “cenine zarar” yasaları var. Dolayısıyla haplarla kürtaj “tehlikeli” bahanesiyle kriminalize ediliyor. Örneğin, bu tarz kürtaj hapının kriminalize edildiği bir eyalette yaşıyorsun ama ekonomik durumun var ve bir şekilde kürtaj hapını internetten yurtdışından sipariş edebildin… Hapı alıp bir komplikasyonla karşılaştın diyelim, hastaneye gidip “ben kürtaj hapı aldım” dediğin anda cezai yaptırıma maruz kalıyorsun. “Galiba düşük yapıyorum” demen ve saklaman gerekiyor (medikal açıdan doğru bir şey söylemiş oluyorsun aslında çünkü göreceğin tedavi düşük kendiliğinden de olsa, haplar nedeniyle de olsa aynı tedavi sonuç olarak). Ama kadınlar şu an en çok bu şekilde yakalanıp suçlanıyor ve mahkûm ediliyorlar ve kimi eyaletlerde cezai yaptırım 10 sene gibi absürt sürelere çıkabiliyor. 21 eyaletteki eyalet savcıları (ki buna North Carolina gibi tutucu eyaletler de dahildi) Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi’ne dilekçe yazıp en azından pandemi döneminde kürtaj hapları üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını talep ediyorlar ama bu talepleri kabul edilmedi.
Toparlamam gerekirse, Amerika’da kürtaj yaptırmak isteyen kadınların çoğunu beyaz olmayan kadınlar oluşturuyor. Kapitalizm, ırkçılık ve patriyarka kıskacında gene ücretsiz olmayan doğum kontrol yöntemlerine erişemedikleri için istenmeyen gebeliklerle en çok karşılaşan onlar, ama anlattığım üzere bu kadınlar Roe kararı yürürlükteyken bile fiili olarak sistematik kürtaja erişim engelleriyle karşı karşıyalardı. Yani Roe kararı iptal edilmeden önce her şey çok iyiydi, istenmeyen gebelik yaşayan her bireyin kürtaja erişim vardı gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildi.
Ve de şöyle düşünün. İstenmeyen bir gebelikle karşı karşıyasınız ve bir şekilde parayı denkleştirip, -STK’lerin kürtaj fonu var mesela düşük gelirli bireylerin kürtaj masraflarını karşılayabilmek için yapılan bağışlarla oluşturulan- hadi bu fondan da bir şekilde faydalandınız, seyahat işini de ayarladınız bir şekilde. Hiç bilmediğiniz bir şehirdeki bir kliniğe ve muhtemelen daha önce hiç tanışmadığınız bir doktor size kürtaj yapsın diye gidiyorsunuz. Ve yasal süreçlerin yükselişte olduğu dönemlerde kürtaj karşıtı gruplar bu kliniklerin kapısına kamp kuruyorlar. İçeriye giren çıkan sağlık emekçilerine ve hastalara sözle sataşıyorlar, sözle taciz ediyorlar, yuhalıyorlar, dışarıda sloganlar atıyorlar. Yani geçirilen stresi, psikolojik, ekonomik, fiziksel korku ve güvensizlik ortamını düşünebiliyor musunuz sürecin parçası olan ve medikal prosedürün kendisini hiç saymadan bile…. Amerika’da kürtaj olabilmek zaten zorken olabilmenin kendisi bile başlı başına korkunç bir deneyimdi Roe kararı bozulmadan önce bile.
Cemre: Senin de çizdiğin tabloda oldukça sınırlı olan bir durum söz konusu. Güçlü ve hatta örgütlü bir kürtaj karşıtı hareket var, diyebiliriz bu bağlamda. Bu Roe kararının da ortadan kalkmasıyla aslında anayasal güvence de tamamen ortadan kalmış durumda ve oldukça güvencesiz, korumasız bir süreçle karşı karşıyayız. Bunun şu an ilk etkileri neler oldu?
Sena: Oldukça kötü sonuçları oldu ve olacak. Çünkü şu an kürtajın sadece anayasal hak olmaktan çıkması değil, kriminalize olması söz konusu. Yüksek Mahkeme’nin Roe kararını bozmasıyla, kürtaj hakkı kararı anayasal dolayısıyla federal bir mevzu olmaktan çıkıp eyaletlerin inisiyatifine bırakılmış oldu. Dolayısıyla valilik ve yasama organları pozisyonlarının kürtaj karşıtı Cumhuriyetçi partinin elinde olduğu eyaletlerde kürtaj hakkına kısıtlamalar getirilebilecek, kürtaj yasal olarak engellenebilecek ve birçoğunda bunun da ötesine gidilerek kürtaj suç kapsamına sokulabilecek.
İlk aşamada en az 26 eyalette kürtaja değişen oranlarda kısıtlama ve yasak getirilmesi bekleniyor. Ve ilk aşamada derken önümüzdeki birkaç gün ve haftadan bahsediyorum ki kararın bozulmasıyla eyaletler patır patır kürtaj karşıtı uygulamaları devreye soktular bile. Bunu da açıklayayım biraz.
İlk verdiğim örneği hatırlarsanız, Virginia’da evlilik dışı seksi suç sayan bir eyalet yasası var ama bu anayasal hak ve özgürlüklerle çeliştiği için uygulanamıyor diye. Benzer şekilde Amerika’da dokuz eyaletin eyalet yasaları kürtajı zaten yasaklıyordu Roe öncesinden beri ama bu yasalar Roe kararı yürürlüğe girdiğinden beri uygulanamıyordu. Şimdi Roe bozulunca bu yasaların uygulanmaması için bir engel kalmamış oldu ve yasalar direkt devreye girdiler. Örneğin Alabama, Arizona, Arkansas, Mississippi, Oklahoma gibi Cumhuriyetçilerin kontrolündeki derin güney eyaletlerinde durum bu. Michigan ve Wisconsin gibi eyaletler de var şu an Demokratların kontrolünde olan ama kürtaj karşıtı eski eyalet yasaları olan. Örneğin Wisconsin’in eyalet başsavcısı, Roe kararı bozulunca bu eski kürtaj karşıtı yasayı uygulamaya sokmayacaklarını söyledi, ama tabii bu lafta kalan bir durum. Yani biri bir kürtaj kliniğine dava açsa “yasa böyle diyor ama kürtaj yapıyorsun” diye açabilir. Dolayısıyla eyaletteki tüm kürtaj sağlayan klinikler cuma günü hizmetlerini askıya aldılar mesela.
Kimi eyaletler var, topyekûn kürtajı yasaklamak yerine zorlaştırma yoluna gidiyorlar. Örneğin Virginia yasal kürtaj süresini 24 haftadan 15 haftaya çekmek için yasa tasarısı hazırlıyor şu an. “Kalp atışı yasası” geçirmeyi planlayan bir sürü eyalet var. Yani fetüsün kalbinin atmaya başladığı 6. haftaya çekecekler yasal kürtaj sınırını ki bu, pratikte kürtajı neredeyse imkânsız hale getirmek demek. Çünkü bir birey hamile olduğu genelde bir sonraki ay regl olmayınca anlıyor test yapıp vs. Eh zaten hamileliğin süresinin medikal olarak son reglin ilk gününden itibaren hesaplandığını düşünürsek, hamile olduğunu anlayabileceğin en erken vakitte anladın diyelim, zaten o anda bile dört haftalık hamile sayılıyorsun. İki hafta içerisinde şimdi tüm bu yasaklarla doluluk oranları iyice tavan yapacak bir klinikte randevu mu bulacaksın, para mı denkleştireceksin, muhtemelen şehir dışında bir yere gitmen gerekecek onu mu ayarlayacaksın…. Fiilen imkânsız. Ayrıca bir ankete göre de şu an Amerikalıların yüzde 49’u acil 400 dolara ihtiyaçları olmaları durumunda bu parayı buluşturamayacağını beyan etmiş. Düşünün yani.
Geri dönersek bu kalp atışı yasası genelde “trigger law” yani tetik yasası denen yasal düzenlemeler kapsamında pek çok eyalette devreye sokulacak. Bu şekilde tetik yasası olan 13 eyalet var şu an ve asıl durum buralarda oldukça vahim. Tetik yasası da şu demek. Roe öncesi eyalet yasalarında kürtaj yasağı olmayan ama tutucu yönetimleri olan eyaletler 1973’ten beri artan sıklıkta hep kürtaj karşıtı yasalar hazırlayıp geçirmeye çalışıyorlar. Mesela pandeminin başında Cumhuriyetçiler kürtajı zorunlu olmayan sağlık hizmeti kapsamına sokmaya çalışmak için yasa tasarıları sundular ya, bu da bunun bir parçası. Ama bu yasalar ya mahkemeler tarafından Roe emsal gösterilerek bloke ediliyorlardı ya da yasa tasarısı olarak kabul edilmiş, imzalanmış şekilde bekletiliyorlardı doğru anda devreye sokulmak için. Bu yasalar nasıl yazıldıklarına göre birer birer devreye girecekler şimdi. Kimi diyor ki Roe kalkar kalkmaz devreye girecek, kimi diyor ki 30 gün bekleme süresi sonrası devreye girecek. İşte bu son dönemlerde yazılmış tetik yasaları aşırı sıkı yasaklar ya da cezai yaptırımlar getiriyor kürtaja. Örneğin, Louisiana’da 2006 yılında ve Teksas’ta 2019 yılında kabul edilen ve bekletilen kürtaj yasaları vardı. Benzer yasalar ve altı haftadan sonra kürtajı hayati tehlike olmadığı sürece yasaklıyorlar -dikkatinizi çekiyorum, tecavüze uğrayıp hamile kalsanız bile kürtaj olamıyorsunuz. Bunun dışında kürtajı yaptıran, yardım ve yataklık eden herkes -ki buna örneğin kürtaj yaptırmak için gittiğiniz yere sizi götüren taksi şoförü de dahil- birinci ya da ikinci derece adam öldürmekten yargılanıp 14 yıla kadar hapis cezası alabiliyor ve 10 bin-100 bin arası değişen para cezasına da çarptırılabiliyor.
Sistematik ırkçı bir düzenin üstüne gelen bu kürtaj yasakları tabii ki toplumun en fazla sömürülen ve marjinalleştirilen kesimleri olan siyahları, yerli halkı, LGBTİ+ bireyleri, zihinsel ya da fiziksel bir sakatlığı olan bireyleri, tutukluları orantısız bir şekilde daha fazla etkileyecek.
ABD rejiminin sistematik ırkçılık üzerine yükselmesine karşı olan öfkeyi görmüştük George Floyd’un katli sonrasında. Siyahlar beyazlardan yüzde 50 daha fazla tutuklanma riskine sahip, aynı suçu işleseler bile beyazlardan çok daha fazla cezai yaptırıma maruz bırakılıyorlar vs. Şimdi böyle sistematik ırkçı bir düzenin üstüne gelen bu kürtaj yasakları tabii ki toplumun en fazla sömürülen ve marjinalleştirilen kesimleri olan siyahları, yerli halkı, LGBTİ+ bireyleri, zihinsel ya da fiziksel bir sakatlığı olan bireyleri, tutukluları orantısız bir şekilde daha fazla etkileyecek. Ve bu gruplar toplumsal cinsiyete dayalı şiddete, tacize, tecavüze zaten en fazla maruz kalan gruplar. Yani şu an kurtarılmış bölge olarak lanse edilen kürtajın eyalet çapında yasal olduğu 16 eyalet var. Bu eyaletlerden en “ilerici” olanı olarak bilinen Kaliforniya eyaletinde bulunan hapishanelerdeki tutuklu ve büyük çoğunluğu siyah olan yaklaşık 1000 kadının zorla ve rızaları dışında kısırlaştırıldıklarını biliyoruz, daha iki sene önce patlayan bir vaka bu. Sınıf düşmanı ve ırkçı politikalarla birleşince Roe kararının bozulmasının çarpan etkisi feci olacak.
Başlarda söyledim. Durum hiçbir zaman güllük gülistanlık değilken bile Amerika’da senede yaklaşık 930 bin kürtaj gerçekleşiyordu diye. Şimdi bu eyalet yasaklarıyla kapanacak bağımsız klinikleri de düşünürsek bu, daha çok merdiven altı kürtaj demek ve kürtaj olmak isteyen daha çok bireyin bu nedenle ölmesi demek. Ölmesi diyorum ama bu aslında bayağı devlet eliyle gerçekleştirilecek cinayetler olacak. Tablo gerçekten korkunç yani.
Tabii olaya daha geniş çerçeveden bakarsak bu karar pek çok diğer gerici kararın da önünü açabilecek bir potansiyele sahip. Söz konusu kadınlar ve LGBTİ+lar olunca sadece Yüksek Mahkeme kararına bağlı pek çok hak var Amerika’da. En çok konuşulanı eşcinsel evlilik mesela. Ama aynı şekilde gey seks ve belki inanmayacaksınız ama doğum kontrol yöntemlerinin kullanımı da yasal korumaya sahip olmayan, sadece yüksek mahkeme kararlarına bağlı anayasal haklar… Bu tabii bir felaket senaryosu ama etkisinin ve çarpan etkisinin ne olabileceğini ortaya koymak açısından vurgulamak istedim.
Cemre: Neden şimdi alındı peki bu karar? Zamanlamasını nasıl değerlendirebiliriz? Yani, çok uzun süredir buna ilişkin bir mücadele varmış zaten, tüm dünyada kürtaj karşıtı hareketin güçlendiğini görüyoruz ama ABD’de bu kararın bu dönemde bozulmasının özel bir anlamı var mı?
Sena: Şimdi burada birkaç faktör var sanırım. Öncelikle şunu tekrar belirteyim: Bu, dünden bugüne olmuş bir şey değil. Kürtaj hakkına yıllardır saldırılıyordu ve maalesef ki Amerika’da kadınlar bu hakkın ülke çapında yasallaşması, geri çekilebilecek bir Yüksek Mahkeme kararına bırakılmaması için örgütlü bir mücadele yürütemediler. Yani Arjantin’deki gibi bir Yeşil Dalga hiç olmadı Amerika’da. Bundan kastım bu konuda çalışan gruplar, örgütler vs. yok değil; aslında çok fazla var. Ama mücadele hep eyalet bazlı, savunma pozisyonunda ve söylediğim gibi reformist ve hak arayışını mahkemelere kilitleyen bir yol izledi. Bu hem kadın hareketinin bir eksikliği hem de koşulların yol açtığı bir durum. 1973’ten beri eyaletler bazında bu anayasal hakka o kadar saldırılıyor ki, şu yasa geçti bunu bloke edelim, bu yasayı çıkardılar bunu engelleyelim derken mücadelenin kendisi yasal stratejilere ve çerçeveye kilitleniyor. Yani 1968’lerdeki “patriyarka elini bedenlerimizden çek” gibi kürtajı feminist bir perspektiften ele alan mücadele, Roe kazanımıyla geri ve reformist bir hatta çekildi. Ve demin de belirttiğim gibi maalesef ki kürtaj karşıtları kürtaj yanlılarından hep çok daha örgütlüydü, hem sokakta hem de yönetimde sahip oldukları koltuklar bakımından.
Reformist çizgiden bir kastım da kürtajın ana akım medyada ve politik söylemde çift taraflı bir olay gibi çerçevelenmesi, ki bu söylem Cumhuriyetçilerden olduğu kadar, hatta daha bile fazla Demokratlardan da yükseliyor. Yani şu: Bir yanda kürtaj isteyen kadınlar var, diğer yanda buna karşı olan muhafazakârlar var ve her iki grup da kendilerince haklılar ve devlet de sanki bunlar arasında bir arabulucu olmalı şeklinde lanse ediliyor olay. Kadınların özgürleşmesi, kadın hakları, patriyarkal beden tahakkümünün reddi üzerinden, bu olayın taraflılıkla ilgili bir mevzu değil vazgeçilemez bir hak olduğu esası üzerinden örgütlü bir mücadeleyle yaklaşılamadı maalesef ki kürtaj konusuna.
Bütün bunları söyledikten sonra “Neden bu dönemde geri çekildi bu karar?” diye soracak olursak… Genel çerçeveden bakınca kürtaj karşıtı saldırıların artması sadece Amerika’ya özgü değil, dünya konjonktürü içinde düşünülmesi gereken bir durum bence. Ekonomik kriz dönemlerinde ucuz işgücü ve işgücü fazlasına olan kapitalist ihtiyacın artması ve kürtaj hakkının pek çok ülkede geri alınmak istenmesi tesadüfi bir dönemsel denklik değil, öncelikle bu şekilde okumak lazım durumu. İstisnalar yok mu? Var elbette. Mesela Arjantin, mesela Meksika. Ama bu istisnalar kadın hareketinin politik olarak örgütlü bir şekilde sokaklardan çekilmediği ve senelerce verilen mücadeleler sonucunda yaşanıyor.
Şimdi tekrar ABD özeline dönersek, neden şimdi? Genel olarak bakacak olursak Trump’ın atadığı son üç Yüksek Mahkeme yargıcıyla Mahkeme’nin kürtaj karşıtı çoğunluğa sahip olduğu zaten belliydi. Ama Yüksek Mahkeme yargıçları bir sabah kalkıp da şu Roe kararını geri çekelim diyemiyorlar. Konuyla ilgili önlerine bir dava gelmesi gerekiyor, ki geldi. 2018 yılında açılan Dobbs vs. Jackson Kadın Sağlığı Örgütü (Dobbs, Jackson Kadın Sağlığı Örgütü’ne karşı) davası.
2018’de Mississippi eyaleti, gebeliğin 15 haftasından sonra birkaç istisna dışında tüm kürtajları yasaklayan “Gestasyonel Süre Yasası” adlı bir yasa çıkardı. Mississippi’deki tek lisanslı kürtaj kliniği olan Jackson Kadın Sağlığı Örgütü ve doktorlarından biri, federal bölge mahkemesinde yasaya itiraz ederek ve acil geçici yasaklama emri (TRO) talep ederek dava açtı. Yasaklama emri çıktı, yasa bloke edildi ve bloke gerekçelerinden biri olarak Roe kararı emsal gösterilince bu davanın Yüksek Mahkeme’ye taşınmasının önü açıldı. Dava Mayıs 2021’de Yüksek Mahkeme’ye geldi ve şu soru üzerinden geldi: Mississippi yasasının 15 haftalık gebelikten sonra neredeyse tüm kürtajları yasaklaması anayasal mıdır? Aralık 2021’de bu davanın ilk görüşmesi gerçekleşti ve beş görüşme sonucunda Yüksek Mahkeme 24 Haziran’da durumun anayasaya aykırı olmadığına karar verince emsal olan Roe kararı düşmüş oldu. Dolayısıyla burada “Neden şimdi?” sorusuna verilecek cevap basitçe Yüksek Mahkeme’nin önüne bir dava geldi ve senelerdir beklenen o fırsat şimdi çıkmış oldu.
Ama burada Yüksek Mahkeme’yi aklıyorum sanılmasın lütfen. Yani Amerika’daki kapitalist ve özel mülkiyet sistemini korumak için yargı bağımsızlığı kılıfıyla tarihsel olarak patronlar ve burjuva devlet aygıtının yanında saf tutmuş, üyeleri ülke başkanı tarafından atanan bir kurumdan bahsediyoruz. Ve bu kurumun önüne senede yaklaşık 7000 dava geliyor ve aralarından 100-150 tanesini seçip bakmaya karar veriyorlar. Dolayısıyla, tamam belki önlerine kürtajla ilgili bir davanın gelip gelmeyeceğini önceden bilemezler ama, mesela “South Dakota’da şirketlerin suya kimyasal atık karıştırması ‘yaşam hakkına saygı’yı ihlal eder mi?” konusundaki bir davaya bakmaya karar vermek yerine gidip de kürtajla ilgili bu davaya bakmaya karar veriyorlar, yani bu bir politik tercih meselesi.
Ve güya kadın hakları savunucusu olduğunu iddia eden Demokrat Parti bir kez olsun Trump’ın atadığı bu üç yargıca itiraz etmedi, ki bu yargıçlardan biri yargıç Kavanough hakkında çok ciddi kadına yönelik cinsel şiddet suçlamaları var! Kavanough’ya ek olarak Yargıç Clarence Thomas var, baba Bush tarafından atanan. Onun hakkında da 90’larda göreve atanmadan önce cinsel taciz ve şiddet suçlamaları vardı. Suçlamaları yapan kadın Anita Hill, Amerikan Kongresi’ne çağrılıp Senato’da konu hakkında düzenlenen duruşmalarda dinlendi, Clarence Thomas bu göreve atanmaya uygun mudur diye Kongre’nin karar vermesi için. Çünkü söylediğim gibi Yüksek Mahkeme yargıçları ancak Kongre kararıyla görevden alınabiliyorlar. Bu görüşmeler tam anlamıyla kadının beyanının esas alındığı değil, tersine kadının sorgulanıp yargılandığı duruşmalardı. “Gerçekten doğruyu mu söylüyorsun? Olayları doğru hatırladığına emin misin?” gibi sorularla. Bu duruşmaları yöneten Senato Yargı Komitesi’nin başkanı ve duruşmalar sırasında Anita Hill’e en agresif biçimde saldıran da şu anki devlet başkanı Demokrat Joe Biden’dı.
Yani Demokrat Parti, Trump’ın atadığı bu üç yargıca resmi olarak hiç itiraz etmedi çünkü sonuçta üçü de sonuna kadar şirketleri ve finansal oligarşileri koruma yanlısı yargıçlar. Yani Demokrat Parti’nin temel çıkarlarını birebir temsil ediyorlar ve bu çıkarlar korunduğu sürece kim sallar kadın haklarını. Bu konuda çok geçmişe gitmeye gerek de yok. Son iki Demokrat Partili ülke başkanı, yani Obama ve Biden… Her ikisinin de seçim vaatlerinden biri kürtajı federal yasa kapsamına alıp yasallaştırmaktı. Arayan bulur, her ikisinin de hâlâ tweet’leri duruyor “ben başkan olunca kürtajı yasallaştıracağım” diyen… Ama yapmadılar. Yani göz göre göre kürtaj hakkı kadın düşmanı yargıçların eline öylece bıraktı Demokrat Parti tarafından.
Bence bu soruyu biraz değiştirerek sorabiliriz: Mayıs ayına dönelim ve “Bu karar neden şimdi sızdırıldı?” diye soralım. Hatırlarsanız mayıs ayında Politico adlı bir web sitesi Dobbs vs. Jackson Kadın Sağlığı Örgütü davasına dair Yüksek Mahkeme’nin ilk görüş belgesini sızdırmıştı ve bu belge, bu dava karara bağlanınca Roe’nun düşeceğinin ilk sinyalinin vermişti zaten. Ve kürtajın anayasal hak olmaktan çıkarılması ihtimali ilk o zaman konuşulmaya başlanmıştı. Bence asıl bu sızıntının zamanlaması oldukça manidar.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde Biden’ın aldığı tutum, ABD’de senelerdir görülmemiş enflasyon oranları, Biden rejiminin kendisine dönük en büyük beklenti olan pandemi karşısında düzgün ve halk yanlısı bir tutum almaması ve bunlara ek olarak Biden yönetiminin ABD halkının hiçbir yakıcı ihtiyacına cevap verememesi, siyahların ayrımcılığa maruz bırakılmasına son verilmesi, polis şiddetine ve çevre kıyımına son verilmesi, öğrenci borçlarının silinmesi (ki bu da Biden’ın seçim vaatlerinden biriydi), herkesçe erişilebilir kamusal sağlık, göçmen toplama kamplarının kapatılması gibi… Hatta pek çok konuda, örneğin göçmen politikalarında verilen vaatler şöyle dursun, Biden Trump’tan bile daha agresif hareket etti…
Yani emperyalizminin içinde bulunduğu krizin faturasını dört sene boyunca Trump’a keserek Biden’ı bir kurtarıcı gibi öne süren Demokrat Parti’nin seçimleri kazanma hırsıyla şişirdiği demokrasi ve eşitlik balonu feci patladı. Mayıs ayında, yani tam bu sızıntı olduğu zaman, Biden’ın ve Demokrat Parti’nin popülerliği hiç olmadığı kadar düşüktü ve [destek] yüzde 30’lar civarındaydı. Ve sadece birkaç ay sonra, kasım ayında Amerika’da ara seçimler var; Amerikan Kongresi, yani Senato ve Temsilciler Meclisi seçimleri. Şu an Temsilciler Meclisi’nde çoğunlukta olan Senato’da ise 50-50 Cumhuriyetçilerle kafa kafaya olan Demokrat Parti’nin bu seçimlerden büyük bir yenilgiyle çıkıp Kongre’yi Cumhuriyetçilerin ellerine teslim etmesi o kadar olası ki… Bu noktada seçim kampanyalarını canlandırmaya, insanlara “Bize oy verin ki sizi kurtaralım” demek için bir nedene ihtiyaçları var. Ve bu sızıntı da tam bu noktada gerçekleşti işte, Demokrat Parti’nin ara seçimlerde kullanabileceği bir koz olarak.
İşçilerin, emekçilerin, kadınların, siyahların, yerli halkın, LGBTİ+ların yakıcı ihtiyaçları ve talepleri söz konusu olduğu zaman Cumhuriyetçilerin ve Demokratların aynı madalyonun iki yüzü olduğunu görebilmek için artık daha kaç hakkın daha elimizden alınması, kaç siyahın daha polisler tarafından öldürülmesi, kaç okulun daha pompalı tüfekle taranması gerekiyor?
Bugüne kadar Kongre’de çoğunluğa ve hatta süper çoğunluğa sahip olduğu dönemlerde bile kürtajı ülke çapında yasallaştırmak için ya da kürtaja erişimin önünde en büyük engellerden biri olan Hyde Kanunu’nu feshetmek için tek bir adım atmamış olan Demokrat Parti, şimdi kürtajı bir seçim propagandası malzemesi haline getirerek, ürkek bir iki yara bandı uygulamayı devreye sokarak, ama yapısal hiçbir değişiklik öne sürmeksizin kadınların bedeni üzerinden kendi derin krizini aşmaya çalışacak. Ne yapacak mesela? Birkaç gün önce, mesela geçen seçimlerde Demokrat Parti başkan aday adaylarından Elizabeth Warren, Biden’a açık bir mektup yazarak acil alınabilecek önlemleri listeledi. Bunların içinde örneğin şöyle şeyler var: kürtajın yasal olduğu eyaletlere seyahat eden insanlar için ulaşım yardımı, özellikle kürtajın suç kapsamına girdiği ya da gireceği eyaletlerde özel sağlık ve konum verilerini korumak için federal medeni haklar yasalarını genişletmek ya da özel sağlık sigortalarının kürtajı açık sağlık hizmeti sağlayıcısı kapsamına alması. Yani sigortanın kürtajın masraflarını karşılaması için seni yönlendirdiği yere gitmen gerekmeyecek, kendin seçtiğin yere de gidebileceksin… O kadar var olan durumu kabul eden ve sistem içi çözümler ki bunlar, yani kadın haklarını aşağılıyor resmen.
Ki şu an bile Demokrat Parti milletvekili ve senatörleri isteseler Temsilciler Meclisi ya da Senato’da kürtajın yasallaşmasına dönük bir yasa tasarısı sunabilir ve bunun için bastırabilirler. Ama yapmayacaklar. Ve bu kasım ayındaki ara seçimler için “Kürtaj yanlısı ne kadar adayımız varsa destekleyeceğiz, Kongre’yi kürtaj yanlılarıyla dolduracağız” gibi bir vaatte bulunuyorlar şu an. Bunun gerçekte böyle olmadığını göstermek için de bir örnek vermiş olayım: An itibarıyla en sıkı kürtaj karşıtı yasaya sahip olacak eyaletlerden biri olan Teksas eyaletinde 2020 yılında 28. Bölge yasama organı seçimleri için Demokrat Parti’den iki aday vardı ve bu iki aday Demokrat Parti ön seçimlerinde birbiriyle yarıştı. Biri parti içinde Sanders’ın başını çektiği görece “ilerici” kampın parçası, kürtajın yasallaşması konusunda aktif çalışma yürüten ve seçim kampanyasını kurumsal destek almadan yürüten Jessica Cisneros, diğeri de kürtaj karşıtı olmasıyla bilinen ve eyalette geçirilen kürtaj yasasına evet oyu kullanmış Henry Cuellar isimli zengin, beyaz, erkek Demokrat Parti Temsilciler Meclisi üyesi. Jessica Cisneros yaklaşık 3000 oyla yani yüzde 4’lük bir farkla kaybetti yarışı. Bu sene bu seçimler yeniden yapıldı ve mayıs sonunda yani Roe kararıyla ilgili sızıntı ortaya çıktıktan sonra yapıldı. Demokrat Parti, Jessica Cisneros’un kazanmasını önlemek için kurumsal olarak Henry Cuellar’ın kampanyasına milyonlarca dolar akıttı ve 281 oyla gene kaybetti Cisneros.
Bunları anlatıyorum ve sürekli Demokrat Parti’nin ikiyüzlülüğüne vurgu yapıyorum çünkü gerek Amerika’da olsun, gerek burada olsun Roe kararının düşürülmesi hep “Sonunda Cumhuriyetçilerin istediği oldu, bu Trump’ın zaferi ama buna karşılık Demokrat Parti kürtajı savunmaya devam ediyor” şeklinde lanse ediliyor. Bu durumun böyle olmadığını göstermek için özellikle vurguluyorum bunu. İşçilerin, emekçilerin, kadınların, siyahların, yerli halkın, LGBTİ+ların yakıcı ihtiyaçları ve talepleri söz konusu olduğu zaman Cumhuriyetçilerin ve Demokratların aynı madalyonun iki yüzü olduğunu görebilmek için artık daha kaç hakkın daha elimizden alınması, kaç siyahın daha polisler tarafından öldürülmesi, kaç okulun daha pompalı tüfekle taranması gerekiyor, diye sorulması gerekiyor ve buradan bizim de kendi adımıza, kendi ülke koşullarımıza dönük çok büyük dersler çıkartabileceğimizi düşünüyorum.
Cemre: Tüm söylediklerinden yola çıkarak belki de şunun altını çizmek gerekiyor: Hiçbir kazanımın -ki bu Roe kararının çok kısmi bir kazanım olduğunu da görüyoruz- aslında daimi olmadığını, sonsuza kadar süremeyeceğini ve esas olanın aslında kazanımlarımızı garanti altına almak adına kapitalizme karşı, patriyarkaya karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmek olduğunu, örgütlü olmak olduğunu gösteriyor. Özellikle bu sürecin Demokratlar tarafından da, Cumhuriyetçiler tarafından da nasıl oy potansiyeli olarak kullanıldığı, nasıl seçim malzemesi haline getirildiği de çok açık. Buradan yola çıkarak şu soruya geçmek istiyorum: Bu karar sonrasında feministlerin, birçok büyük eyalette, şehirde sokaklara çıktığını gördük, seferberliklerin olduğunu gördük ama genel tabloyu yorumlayacak olursan bugün feministler, kadın ve LGBTİ+ örgütleri, emek örgütleri bu karar karşısında nasıl bir tutum alıyor, neler öne çıkıyor, neler yapılıyor?
Sena: Asıl kritik soru ne yapmalı sorusu sanırım. Önceki tüm söylediklerimden de aslında vardığımız nokta, düzen partilerinden bağımsız bir örgütlü mücadelenin gerekliliği. Böylesi bir mücadele hattı örülüp kürtaj hakkının bireysel bir “mahremiyet” ya da kişilerin değer yargıları ve yasal birtakım strateji ve oyunlar üzerinden şekillenen bir konu olmaktan çıkarılıp kadınların kurtuluş mücadelesinin parçası olan politik ve toplumsal bir talep olarak savunulması gerekiyor. Bu yasal ayağı da olan bir mücadele, evet, ama bu salt yasal bir mücadele değil. Bu noktada ben mesela Arjantin’deki kadınların mücadelesinin Amerikalı kadınlar için, hepimiz için referans alınabilecek, örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Arjantinli kadınlar seneler boyunca sokakları terk etmeyerek artık dünyada devam eden kürtaj mücadelelerinin sembolü haline gelen Yeşil Dalga hareketi başlattılar ulusal çapta. Devrimci sol partilerin, emek örgütlerinin, bağımsız feministlerin de içinde bulunduğu geniş bir platformla bu hareket kürtaj mücadelesinin başını çekti ve en temel sloganı “Haklar kongrelerde onaylanır ama sokaklarda kazanılır”dı. Bu slogan, ne yapmalı sorusunun özet bir cevabı bence. Kadınlar haklarına sahip çıkmalı ve düzen partilerinden bağımsız bir mücadele örgütleyerek sokakları kesinlikle terk etmemeli.
Şu an bile hâlâ Amerika’nın pek çok şehrinde protestolar gerçekleşiyor. Kadınlar sokaklarda kürtaj hakkına sahip çıkıyorlar, çoğu yerde polis baskısı ve şiddetine maruz kalarak. Ancak bu protestolar oldukça örgütsüz ve birbiriyle koordinasyon içerisinde gerçekleşmiyor. Yani bizim İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ihtimaline bile verdiğimiz o topyekûn mücadele Amerika’da kurulamadı. Çoğu yerde kürtaj hakkını savunan STK’lerin, bu protestoların düzenleyicisi ve protestolar durulunca sonraki adım olarak “Eylemimizi yaptık, şimdi yasal stratejimiz nedir? Hangi politikacıdan neyi talep edeceğiz?” sorusuna dönmesi, Demokrat Parti’nin aynı George Floyd’un katli sonrasında gerçekleşen seferberlikleri kapitüle ettiği gibi kürtaj hakkı için yapılan eylemleri de kapitüle etmesi maalesef çok muhtemel.
Eylemlilikler dışında, pek çok şehir ve eyalet güvenli kürtaj bölgesi ilan edilmeye başlandı. Kürtaj klinikleri fon ve bağış topluyor kürtaj olmak isteyen kadınların prosedür ve seyahat masraflarını karşılayabilmek için. Kadınlar bölge bölge organize oluyorlar mesela ve ağlar kuruyorlar, şurada yaşıyorum buraya kürtaj olmaya gelen biri benim evimde bedavaya kalabilir, diye. Ya da bilgilendirici toplantılar yapılıyor konu hakkında, örneğin internet üzerinden kürtaj haplarına nasıl, hangi web sitelerinden erişilir gibi. Bu arada bunlar zaten uzun zamandır halihazırda yapılan şeylerdi, şu an sadece çok daha fazla insan yüzünü bu kampanyalara ve eylemliliklere dönmüş durumda. Ve tabii ki bunlar yapılmasın demiyorum, kürtaj gibi temel bir hakka erişim konusunda acil olarak üretilen, üretilmesi gereken cevaplar bunlar. Ama aynı zamanda mücadele sadece bununla sınırlı kaldıkça savunma hattına sıkışacak. Sokakları terk etmemek, mücadeleyi pratik olduğu kadar politik olarak da örgütleyebilmek bu yüzden önemli.
Protestolara baktığımızda inanılmaz bir öfke ve mücadele azmi görülüyor zaten, aynı burada bizim eylemlerimizde olduğu gibi. Ama mücadelenin bağımsız bir politik hat oluşturmasına, büyümesine ve savunma pozisyonundan çıkmasına dönük örgütlülüğün ve bu örgütlülüğü sağlayacak taleplerin maalesef eksik olduğunu düşünüyorum. Bu talepler ne olabilir? Tabii ki temel talep parasız, güvenli ve erişilebilir yasal kürtaj. Bu talebin gerçekleşmesi için kritik olan bir başka talep, parasız ve kaliteli bir ulusal kamusal sağlık hizmeti sistemi, sağlıkta özel sigorta şirketlerinin zorbalıklarına son verilmesi. Bir diğer talep, Hyde Kanunu’nun derhal geri çekilmesi, ki bu aslında bir bütçe talebi, çünkü federal bütçenin kürtaj için kullanılmasını engelleyen bir kanun bu. Sadece kürtaj değil, koruyucu cinsel sağlık hizmetleri bedava ve erişilebilir olmalı ve bunlara bütçe ayrılmalı, kürtaj kliniklerinin sayısı ve niteliği artırılmalı, hastaneler kürtaj yapabilmeli. Kürtaj bir tercih değil “zorunlu sağlık hizmeti” sayılmalı ve gebeliği sonlandırma prosedürlerinin -bu medikal kürtaj (hap) ya da cerrahi kürtaj olsun- kriminalize edilmesine son verilmeli.
Tüm bu saydıklarımı halihazırda talep eden oluşumlar var. Planned Parenthood, Center for Reproductive Rights gibi. Ancak söylediğim gibi, bu oluşumlar mücadeleyi genelde yasal hatta kilitliyorlar.
Emek mücadelesi kapsamında, kürtaj hakkı talebi yanında eşdeğer işe eşit ücret, işyerlerinde toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa son gibi talepleri de yükselterek mücadeleyi bütünlüklü bir hattan kurmak gerekiyor.
Çok karamsar konuşmuş gibi oldum ama aslında bir yandan da ümitliyim, yanlış anlaşılmasın. Çünkü birincisi dünyanın her yerinde kadınların ve LGBTİ+ların mücadele azmine güveniyorum. İkincisi de şöyle bir şey gözlemliyorum. Bundan birkaç sene önce Yüksek Mahkeme kararları ya da ülkedeki “demokratik düzeni” çoğu Amerikalı sorgulamıyordu, hatta tersine bunlar kutsal addedilen yapılardı. Ama emperyalizmin krizi şu an öyle bir noktada ki geniş kitleler var olan bu yasal-politik düzenin çarklarının sadece belirli bir azınlığın çıkarlarını korumak adına oluşturulmuş bir düzen olduğunu gün geçtikçe daha çok fark ediyorlar. Ve şu ya da bu partiyi değil topyekûn kapitalist ataerkil ırkçı sistemi sorgulamaya çok daha açıklar. Bu sadece kadın ve LGBTİ+ hareketi için böyle değil. Emek hareketi içerisinde, sendikal hareket içerisinde de senelerdir yaşanmayan bir hareketlilik var Amerika’da tabandan yükselen. O yüzden önümüzdeki dönemde mücadelenin nasıl şekilleneceğini hep beraber göreceğiz.
Son olarak da konu açılmışken belki sendikalardan ve emek örgütlerinden bahsedebilirim biraz. Amerika’daki çoğu büyük sendika ve konfederasyon Demokrat Parti’nin himayesi altında maalesef ki ve sendikal bürokrasi işçilerin çıkarlarını değil Parti’nin çıkarlarını gözetiyor. Durum böyleyken çoğu sendika daha mayıs başında Yüksek Mahkeme’nin olası kararı sızdırıldığında çeşitli açıklamalar yayımladı ama bunu Demokrat Parti diliyle yaptılar mesela. “Kürtaj vazgeçilmez bir haktır” demediler açık açık. “Kadınların haklarını gözeten cinsel sağlık ve üreme politikalarının yanındayız” dediler ve bununla yetindiler. Sadece birkaç küçük ve daha mücadeleci sendika -örneğin benim bildiğim iki basın işçileri sendikası var NewsGuild-CWA ve Vox Media Union– yenilenme dönemi gelen toplu iş sözleşmesi kontratlarına şirketin kürtaj yaptırmak isteyen üyelerinin klinik, ulaşım vs. her şey dahil tüm masraflarının karşılanması talebini ekledi ve tüm talepler karşılanmadığı sürece greve çıkacaklarını ilan etti.
Ve de mesela çeşitli şirketler kamusal hassasiyetlere oynayıp TİS’e ya da sendikaya gerek kalmaksızın “çalışanlarımızın kürtaj masraflarını karşılayacağız” diye kamusal bir kahramanlığa ve kadın hakları savunuculuğuna girişti. Örneğin bunu söyleyen şirketlerden biri Starbucks, şu an ülke çapında işçilerinin sendikalı olma mücadelesi içinde olduğu sendika düşmanı Starbucks. Bu kahramanlığı yaptılar ama sendikalaşan çalışanların bu haktan yararlanamayacağını eklediler. Ya da bu uygulamayı ilk açıklayan şirketlerden biri finans devi JP Morgan’dı. Kadın haklarını savunmaya meraklı JP Morgan’da aynı işi yapan kadınlar erkeklerden yüzde 24,2 daha az maaş alıyor. Yani bağımsız örgütlü mücadelenin önünü kesmeye çalışan bu tarz kahraman erkeklikleri de ifşa etmek gerekiyor ve emek mücadelesi kapsamında, kürtaj hakkı talebi yanında eşdeğer işe eşit ücret, işyerlerinde toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa son gibi talepleri de yükselterek mücadeleyi bütünlüklü bir hattan kurmak gerekiyor…
Cemre: Bir konuşma isteği gördüm, Gizem’e de kısa bir söz vermek istiyorum. Belki senin de söylediklerin bağlamında soruları ya da katkıları olabilir.
Gizem: Sena zaten o kadar detaylı bilgi verdi ve hem de bu mücadeleyi anlattı ki benim çok üzerine söyleyecek bir şeyim yok, nutkum tutuldu. Biz geçen sene bu zamanlarda Arjantin’deki Yeşil Dalga’yı konuşuyorduk. Ya da Meksika’da kürtaj olan bir kadın için bir hapis cezası talepli dava vardı, onu konuşuyorduk ama taksi şoförünün bile kasten adam öldürmeye iştirakle yargılanma ihtimali gerçekten korkunç. Kürtaj için kurtarılmış bölgeler var, en azından bir yerde kadınlar kürtaj olabiliyor, diye düşünüyorduk ama böyle bir şey olmadığını öğrenmek bizim açımızdan da önemli bir deneyim ve ders.
Türkiye’de de kürtajın fiili yasak meselesini konuştuk hep. Yani bir şeyin yasal olması ne kadar uygulandığı anlamına geliyor sorusu… Biz bunu İstanbul Sözleşmesi döneminde de konuşmuştuk. Aslında biz bu sözleşmeye ilk imza atan ülkeydik ama fiilen uygulanması için de mücadeleyi devam ettiriyorduk.
Maalesef kürtaj da Türkiye’de böyle bir konu. Aslında yasal olarak ilerici bir noktada gibi gözüküyoruz çünkü 1983’te bir nüfus planlaması yasasıyla beraber kürtaj yasal hale getirilmiş durumda. Ki bu bile bana kendimi garip hissettiriyor çünkü bu kadar temel bir insan hakkının nüfus planlaması yasası altında düzenlenmesi bile ironik. Türkiye’de birçoğumuzun bildiği gibi 10 haftaya kadar olan gebeliklerde isteğe bağlı kürtaj aslında yasal. Tabii evliysen eşin rızası ya da 18’in altındaysan ebeveynin imzası gerekiyor, o ayrı. Ya da tecavüz türü bir suç sonucu meydana gelen gebelikler için 20 hafta gibi daha geniş bir sınır var.
Konuştuğumuz gibi bu bir kazanım evet, ama her zaman iktidarın bazı söylemleriyle engellenmeye çalışılan da bir kazanım. Ama kâğıt üzerinde, çünkü fiilen de uygulanmadığını biliyoruz. Çok taze veriler yok elimde ama üniversitelerin bazı örneklemler üzerinden yaptığı araştırmalarda görülüyor ki Türkiye’de aslında neredeyse hiçbir devlet hastanesinde kürtaj hizmeti verilmiyor. Net konuşayım, 295 hastane üzerinde araştırma yapılmış ve sadece 10’unda hiçbir şart koşulmadan isteğe bağlı kürtajın yapıldığı bulgusuna ulaşılmış. Ve bu 10 hastanenin bulunduğu şehirler arasında İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya gibi yoğun nüfuslu şehirler yok. Burdur, Şanlıurfa, Tekirdağ, Tunceli gibi iller var sadece ve bu çok çarpıcı bir durum diye düşünüyorum.
Daha da ilginci, bu araştırma 2020 yılında tekrar ediliyor ve 2016’da yapılan araştırmaya göre o zaman “Hayır, biz isteğe bağlı kürtaj yapmıyoruz” diyen hastanelerin oranı yüzde 12 iken 2020 yılında bu oran yüzde 54’e çıkmış. Bu arada vurgulamak istiyorum, bu zaman diliminde yasada herhangi önemli bir değişiklik de gerçekleşmedi üstelik. Bunun anlamı şu: Türkiye’de kürtaj yasal ama kürtaja erişim her geçen yıl daha da zorlaşıyor. Ve de bu konuda Amerika’daki gibi net rakamlar bile veremiyoruz çünkü bilmiyoruz bu verileri; bu bile ayrıca vahim bir durum. Tek duyduğumuz acile gelip keskin ve ani bir düşük yaşayan kadınlar. Bu ne demek peki? Kürtajın fiili olarak yasak olması, kadınların çok tehlikeli merdiven altı yöntemlerle, oldukça kötü koşullarda ve kendi hayatlarının bile sona ermesi riskini göze alarak bunu yapmaya, yaptırmaya devam ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Kürtaj yasal da olsa, yasaklansa da bu hizmete olan ihtiyaç azalmıyor. Sadece ani bir düşük yaptı, kanaması var denilen kadınların sayısını biliyoruz, belki onu bile tam olarak bilmiyoruz aslında.
Bunun aslında çok sınıfsal bir sorun olduğuna da değinmek istiyorum ayrıca. Çünkü özel hastanelerde fahiş paralar verilerek birtakım hizmetler alınabiliyor. Ama devlet hastanesinde kamusal bir hak olarak kadınların üreme ve kendi bedeni üzerinde söz hakkı sahibi olması konusunun aslında oldukça göreceli olduğu bir nokta da var. Çünkü ne diyor devlet hastaneleri? Hastaneye getirisi yok diyor, benim döner sermayeme bir getirisi yok, devlet karşılamıyor bunu diyor. Sadece kürtaj da değil, spiral gibi doğum kontrol yöntemlerine de devlet hiçbir bütçe ayırmıyor.
Dolayısıyla Amerika biraz “anlatılan senin hikâyendir” gibi oldu. Elbette kürtajın yasal olması çok önemli ama hiçbir kazanım sonsuza kadar kazanım değil ve biz bunu biliyoruz. Hatırlarsınız, 2012’de “Her kürtaj bir Uludere”dir; “Ben kürtajı cinayet olarak görüyorum” demişti şimdinin Cumhurbaşkanı. Ki en az üç çocuk söylemleri, kalkınma planları söylemlerinde “Doğurganlık hızı çok azaldı, kadınların doğurması lazım hemen” gibi her gittikleri yerlerde kürtaj karşıtı mesajlar verdiğini de biliyoruz iktidarın.
Yani kürtaj hâlâ Türkiye’de bir mücadele konusu. Bu sadece kadınların sorunu da değil toplumsal bir sorun; erkeklerin de gündeminde ve toplumsal mücadelenin de gündeminde olan bir konu. Bu açıdan bence bu konuda enternasyonal bir dayanışma çok önemli. Biraz önce bahsettiğim gibi geçen sene kürtaj hakkının Arjantin ayağını konuşuyorduk ve Sena’nın da söylediği gibi kadınların en temel haklarına çok doğrudan bir saldırı yapılıyor ve bu dünya çapında bir örgütlülük. Yani taksi şoförünü bile yargılamaya giden bir kin ve nefretle kürtaj engellenmeye çalışılıyor. Bu açıdan biz Türkiyeli kadınlar olarak da bu enternasyonal dayanışmayı nasıl büyüteceğimiz sorusuna cevabın araçlarını aramamız gerekiyor, çünkü her kadının parasız, güvenli kürtaja erişebilmesi çok insani bir mesele ve çok temel bir hak.
Cemre: Gizem, çok teşekkürler! Sena’nın çizdiği tabloyu bugün Türkiye ile de bağlayarak konunun bizler için de ne kadar yakıcı bir yerde durduğunu yeniden hatırlatmış oldun. 2012 döneminde Türkiye’de feminist hareket olarak gündemimizdeydi ve önemli bir mücadele verdik o dönemde ve bugün hâlâ fiilen yasak, fiilen erişilemezlik karşısında ücretsiz, güvenli erişimi savunmak ve bu mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. İkinizin de vurguladığı gibi bunu talepler ekseninde uluslararası bir mücadele bağlamında bir seferberlik olarak örebilmek bizlerin önündeki en büyük görev. Bunu geçtiğimiz dönem Polonya’daki kararı tartışırken de gündeme getirmiştik. Önümüzdeki süreçte de daha ayrıntılı yönleriyle belki farklı ülkelerdeki deneyimleriyle birlikte bunu yeniden tartışmamız gerekecektir. Bugün Amerika’daki karar üzerinden tartışmış olduk, ama biz Kadın Dayanışması olarak hem bu konuda üretmeye hem de sohbet odalarına devam etmeyi planlıyoruz. Katılan, katkı sunan herkese teşekkür ediyoruz!
Yayını Twitter’dan dinlemek için: https://twitter.com/KDayanismasi/status/1541850785574699008
Kürtaj hakkı ile ilgili diğer söyleşi videoları: https://youtu.be/6Hr87iHiqlQ ; https://youtu.be/KKrq4_Z7GfI