Geçtiğimiz ay Onur Yürüyüşü’nde lgbti+lar ve aktivistler seslerini duyurmak için sokaklardaydı. Meydanlara çıkan tüm yolları tutan emniyet, Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştirmek isteyenleri abluka altına aldı. İstanbul ve İzmir’de yüzlerce kişi gözaltına alındı. Tüm engellemelere rağmen sokakta olan lgbti+lar “Vardık, varız, var olacağız”, “Lubunyaya değil katillere barikat”, “Susma haykır, eşcinseller vardır” sloganlarını attı. Türkiye’de ilk kez 2003’te yapılan Onur Yürüyüşü 2015’ten beri yasaklanıyor. Lgbti+lar rejim tarafından kriminalize ediliyor, onlara karşı devlet eliyle nefret mitingleri düzenleniyor.
Yalnızca Türkiye’de değil Polonya, Macaristan, Hindistan ve Rusya gibi başka ülkelerde de lgbti+fobi bir hayli güçlü. Otoriter sağ eğilimli ülkelerde Onur Yürüyüşü ve lgbti+ görünürlüğünün kendisi bir suç haline getirilmeye çalışılıyor. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi dünyada da otoriter rejimler iktidarlarını kurtarabilmek ya da sağlamlaştırabilmek için sanki geçim sıkıntısı hiç yokmuşçasına lgbti+ları düşmanlaştırmakta. Nefret söylemleri bu rejimler için yalnızca istedikleri toplumsal yapıyı inşa etmenin bir aracı değil, aynı zamanda ekonomik krizi gizlemenin ve ona karşı biriken öfkeyi manipüle etmenin de bir yolu.
Seçimlerle araçsallaştırılan lgbti+fobi, AKP için hem seçmene ulaşmak hem de muhalefeti küçük düşürmek ve köşeye sıkıştırmak için bir hayli kullanışlı oldu. Seçimden sonra da yeni anayasa hazırlıklarını işaret eden rejim, lgbti+ düşmanlığından faydalanmaya devam etmeye çalışacak. Ancak yeni anayasayla asıl hedeflerden biri “makbul” aileyi inşa etmek. Saray rejimi eliyle tamamen örgütsüz, atomize edilmiş bir toplum ve bu rejimin taşıyıcıları olacak “toplumun en küçük yapıtaşları olan aileler” kurulmak isteniyor. Bu aile kavramının dışında kalan herkes yok sayılıyor ve bu yok saymanın merkezine de lgbti+ düşmanlığı konuyor. Toplum nezdinde sanki rejimin bekası lgbti+ların varlığıyla tehlikeye giriyor. Bu yüzden onlara karşı yapılan baskı ve şiddetin kimi zaman kollanması kimi zaman da beslenmesiyle patriyarka ve rejim kendini pekiştiriyor.
Geçtiğimiz senenin sonuna doğru da anayasadaki bazı maddeleri değiştirme önerisi veren AKP, MHP ve BBP vekilleri aile kavramını yeniden tanımlamak istemiş, bu yolla lgbti+ları yok saymaya, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa, muhafazakâr politikaları “kutsal aile” kisvesi altında sürdürmeye, her türlü eşitsizliği ve istismarı bu çatı altında görünmezleştirmeye ve kadınları aileye hapsetmeye devam etmek istemişti.
Lgbti+lara, kadınlara ve örgütlerine sorulmadan yazılan ve yazılacak olan hiçbir anayasayı kabul etmiyoruz. Çünkü yaşam hakkımızın ve özgürlüklerimizin muhafazakâr rejimler tarafından tehdit edilmesine karşıyız. Emeğimize, bedenimize ve kimliğimize dönük her türlü saldırıya karşı birlikte mücadele edeceğiz. Tüm baskı ve yıldırma politikalarına karşı sokaklarda olan lgbti+ların dediği gibi “Bir gecede İstanbul Sözleşmesi’nden çıkanlara, bizleri kriminalize edenlere söylüyoruz: Size asla boyun eğmeyeceğiz. Yaşamlarımızdan, varoluşlarımızdan vazgeçmeyeceğiz!” diyoruz. Lgbti+ haklarını savunmak eşit yaşam hakkını savunmaktır. Patriyarkanın yenilgisi için lgbti+ ve kadınlar mücadeleye!