Greta Gerwig’in merakla beklenen Barbie filmi vizyona girdi. Filmin çekileceğini duyduğumdan beri çok heyecanlıydım çünkü Uğur Böceği (2017), Küçük Kadınlar (2019) gibi filmlerinde kadın karakterleriyle kendimize dair parçalar bulduğumuz, canlandırdığı Frances Ha (2012) karakteriyle kalbimizi eriten Greta Gerwig’in nasıl bir Barbie anlatacağını merak ediyordum. Ancak Gerwig’in Barbie feminizmi ne yazık ki Hollywood’un çizdiği feminizm sınırları içerisinde kalıyor.
Dürüst olmak gerekirse, Barbie’nin bir tür feminizm anlatısı için tercih edilmesini zekice buluyorum. Çünkü Barbie, feminist bir ikon olup olmadığı yıllardır tartışılan ve kendi içinde çelişkilerle dolu bir tüketim ürünü. 1959 yılında piyasaya ilk sürüldüğünde, kız çocuklarına anne veya ev kadını rolü biçen oyuncakların arasından sıyrılmıştı. Memeleri ve kıvrımları olan bir bebek olması, Barbie’nin üreticisi Mattel tarafından bile ilk başlarda tepkiyle karşılanmıştı. Mattel, kadınları ve farklı beden algılarını güçlendirme hedefinden ziyade tamamen zaman içinde oluşan basınçlar ve eleştiriler nedeniyle bir süre sonra, kadın algısını stereotipleştiren orijinal Barbie dışında standart güzellik kabullerine uymayan, farklı ten renklerinde ve beden ölçülerinde kapsayıcı Barbie’ler üretti. Dolayısıyla Barbie’nin feminist bir ikon olma iddiası epeydir vardı. Ve bu elbette Mattel’in bir pazarlama stratejisiydi. Ne de olsa feminizm, kapitalizmin bir ucundan tutup kâra dönüştürmeye çalıştığı şeylerden azade değil. Barbie, dünyanın en çok kazandıran oyuncaklarından biri olmaya ve Mattel’i zengin etmeye devam ediyor. En çok satılan Barbie’nin hâlâ daha stereotip (sarışın ve “kusursuz” vücut ölçülerine sahip olan) Barbie’ler olduğu konusunda iddiaya da girerim. Dolayısıyla Mattel’in feminizm iddiası oldukça yapay ve çelişkili. Film de tam olarak bu çelişkiye hapsoluyor. Barbie’yle yola çıkılan feminizm anlatısı, feminist bir başyapıt olma konusunda sınıfta kalıyor.
Bu noktadan sonra yazının spoiler içereceği uyarısını yaparak filme geçelim. Film, ustaca bir 2001: Bir Uzay Macerası (1968) göndermesiyle başlıyor. Bir grup kız çocuğu, çocuk bakımını veya ev işlerini yeniden üreten ilkel oyuncaklarıyla oynamaktadır. O sırada deus ex machina’mız olan dev bir Barbie belirir. Bu, yaklaşan bir devrimin habercisidir; feminist devrimin. Oradan bütün kadın sorunlarının çözüldüğü, anaerkilliğin hüküm sürdüğü, kadınların istedikleri her şeyi yapabildikleri Barbie diyarına yolculuk ederiz. Burada her Barbie’nin bir mesleği veya meziyeti vardır. Başbakan siyah Barbie, Nobel Fizik Ödülü sahibi Barbie, doktor, avukat, hatta inşaat işçisi Barbie… Ama aslında hiçbirinin gerçekten çalışmasına gerek yoktur çünkü Barbie diyarında hayatın sürmesi için emeğe ihtiyaç yoktur. Ken’lerin ise pek işe yaradığı söylenemez, hatta hepsi biraz alık tasvir edilmiştir. Barbie bir anda ölüm üzerine düşünmeye başladığında her şey ters gitmeye başlar. Sorunu çözmek için Barbie’nin gerçek dünyaya gitmesi ve onunla oynayan çocuğu bulması gerekir. Başroldeki Barbie’nin danıştığı Tuhaf Barbie, yolculuk için kendisine topuklu ayakkabı veya terlik seçeneğini sunar. Matrix’te (1999) kırmızı veya mavi haptan birini seçme şansı olan Neo’nun aksine Barbie’nin seçim hakkı yoktur, terlikleri seçmek zorundadır. Dünyaya adım attığında Barbie gerçek hayatın hiç de toz pembe olmayışı karşısında hayal kırıklığı yaşarken, peşine takılan Ken dünyayı erkeklerin yönetmesi karşısında büyülenir ve patriyarkayı Barbie diyarına taşımaya karar verir. Barbie’nin geri döndüğünde hem Barbie diyarını erkek egemenliğinden kurtarması hem de varoluş amacını keşfetmesi gerekecektir. En nihayetinde Barbie topuklulardan vazgeçip terlikleri giyince artık “ayakları yere basar” ve gerçek dünyada yaşamaya karar verir. Barbie’nin yaratıcısı Ruth Handler, Barbie’ye sadece insanların bir sonu olduğunu söylemiştir. Daha öncesinde bir sonu olmadığını fark eden Barbie’nin aklına ölüm fikrinin düşmesi, daha sonra faniliği tercih etmesine bağlanır.
Barbie diyarında çizilen portreden biraz daha bahsedelim. Burada cinsiyet eşitsizliği yok, toplumsal cinsiyet rolleri yok, ev içi emek yok. Kapitalizm olmadığı için emek sömürüsü ve ücret eşitsizliği yok. Barbie’lerin ve Ken’lerin cinsel organları da yok. Buna rağmen film özcü bir perspektiften yaklaşıyor. Kadınlar/kadınlık pembeyle, topuklu ayakkabıyla; erkekler/erkeklik ise (Ken, Barbie diyarına patriyarkayı taşıdıktan sonra) atlarla, kavgayla ve kontrolsüz içki tüketimiyle özdeşleştiriliyor. Filmde kuir temalar olmasına ve kadrosunda lgbti+ oyunculara yer verilmesine rağmen en nihayetinde Barbie’leri kadın, Ken’leri de erkek olarak sınıflandırılmış bir şekilde görüyoruz bu diyarda. Lgbti+ karakterler olduğunu söylemek güç. Kuir temsil için Tuhaf Barbie ve Allan gibi “azınlıkta” kalan ve diğer Barbie ve Ken’lere ayak uyduramayan karakterler amaçlandıysa şayet bu niyet kendini epey zayıf sergiliyor.
Barbie her şey, Ken ise sadece Ken
Tıpkı Havva’nın Adem için yaratılma hikâyesinde olduğu gibi Ken de Barbie için yaratılmış. Barbie’nin sevgilisi olmaktan başka hiçbir özelliği/işlevi yok. O sadece Ken, bir aksesuar. O kadar ki Barbie ve Ken gerçek dünyaya gittiklerinde Mattel’in CEO’su Ken’in dünyada olmasını umursamıyor bile. Barbie’nin her günü harika, Ken ise ancak Barbie onunla ilgilendiğinde, ilgisine karşılık verdiğinde mutlu.
Bir noktadan sonra film bizi Ken’le empati kurmaya zorluyor. Barbie, çaresizlik içindeki Ken’in kendi kişiliğini keşfetmesi için ona yardım eli uzatıyor. Her akşam diğer Barbie’lerle eğlenip Ken’e zaman ayırmadığı için suçluluk duyuyor. Ken’in Barbie diyarına patriyarkayı taşıma nedeni neredeyse Barbie’nin Ken’i yalnız bırakmasına bağlanıyor. İşte o noktadan sonra film bütün feminizmi bir kenara bırakıp “Herkes birbirine karşı anlayışlı olsa hiçbir sorunumuz kalmazdı aslında” fikrine indirgeniyor. Hani bağımsız kadın karakterlerin keyfini çıkarıyorduk, neden şimdi Ken’in varoluş krizini izliyoruz? Ken’in kendini Barbie olmadan gerçekleştirip güçleneceği mesajına gerçekten ihtiyacımız var mı? Filmin hem gerçek hayattaki hem de sinemadaki kalıplaşmış cinsiyet rollerini tersine çevirme çabası takdir edilesi ama işin Ken ile empati kurmaya gelmesi keyif kaçırıyor. Barbie diyarının feminizmi altında Barbie’ler ve Ken’ler eşitken patriyarkaya geçince Barbie’lerin Ken’lerin hizmetçilerine dönüşmelerini izledikten sonra Ken’lerle empati kurmak zorunda mıyız gerçekten? Erkek egemenliğinde kadınlar bin bir türlü sömürüye maruz kalırken kadın egemenliğinde erkeklerin en fazla kalplerinin kırıldığı bir durumda biraz da Ken’leri anlamaya çalışmak zorunda mıyız?
Peki patriyarkanın yenilgisinden sonra hayatlarımız Barbie diyarındakine mi benzerdi? Barbie figürü aracılığıyla Greta Gerwig, gerçek dünyanın Barbie’nin pespembe plastik ütopyasıyla uzaktan yakından alakası olmadığını ve hayatlarımızda kocaman bir patriyarka gerçeği olduğunu gözler önüne seren, kadınları güçlendirecek bir hikâye anlatmaya niyetlenmiş hiç şüphesiz. Ancak Barbie, seyri keyifli olmasına rağmen didaktik, zayıf ve biraz sorunlu mesajlar veren, feminist filmler listemize zar zor girebilecek bir film. Belli ki Mattel’in Barbie bebeklerinin ve moda dünyasından pek çok markanın Barbie temalı ürünlerinin satışını artırmaya ise epey katkısı olacak.
Yine de filmin birkaç noktada hakkını vermek gerek. Gerek oyunculuk ve senaristlik gerekse reji becerisiyle çok yönlülüğünü çoktandır kanıtlayan Greta Gerwig’in alametifarikalarından olan büyüme hikâyesini burada da görüyoruz. Barbie’nin gerçek dünyadaki oyuncak versiyonunun sahibi Sasha’nın ergenlik döneminde anne ile çatışma ve uzlaşma sürecini izliyoruz. Barbie’nin ise gerçek dünyada yaşamaya başlayınca başka bir büyüme/keşif hikâyesi başlıyor aslında. Gerçek dünyaya adım attığında ilk işi jinekoloğa gitmek oluyor. Filmin “aptal sarışın” imgesini bir ölçüde yıktığını da söyleyebiliriz. Vizyona girdiği ilk günden itibaren koca koca adamları sinemalara taşıması da tebessüm ettiren bir detay olarak aklımda kalacak. Son olarak, filmde patriyarka kelimesinin defalarca kullanılması ABD’nin sağcı muhafazakâr figürlerini ve Elon Musk’ı epey rahatsız etmiş. Yeni Şafak gazetesi de film daha vizyona girmeden “Barbie LGBT mi oldu? Rüya evinde erkeğin adı yok” diye hayıflanmaya başlamış. Bu yarattığı etkinin hatırına biraz hınzırca bir hevesle, ama tüm eleştirileri de saklı tutarak, Gerwig ve Barbie filmi yine de bir tebriki hak ediyor.