Anayasa Mahkemesi (AYM), “kadınların eşinin soyadını alma zorunluluğu eşitliğe aykırıdır” gerekçesiyle Şubat 2023’te Medeni Kanun’un evli kadının kocasının soyadını taşıması zorunluluğu getiren maddesini iptal etmişti. Bu vasıtayla kadınların mahkeme kararları yoluyla kendi soyadlarını kullanma hakkı mücadelesi yasal alanda önemli bir kazanım elde etmişti. Ancak geçtiğimiz günlerde AYM tarafından iptal edilen bu madde 9. Yargı Paketi’nde yeniden düzenlenip Meclis’e getirildi ve AYM’nin kararı dikkate alınmadı. Söz konusu yargı paketi ve yasal düzenlemeyi Dr. Öğr. Üyesi F. Ceren Akçabay* ile konuştuk.
Kadın Dayanışması: Merhabalar, öncelikle söyleşi davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz. TBMM’ye sunulan 9. Yargı Paketi, hukuk ve toplumsal cinsiyet eşitliği açısından önemli düzenlemeler içeriyor. Taslak 38 maddeden oluşuyor ve Türk Medeni Kanunu’nun “kadının soyadı” başlıklı 187. maddesinde düzenleme öngörülüyor. Öncelikle torba yargı paketi ve uzun süredir hedef haline getirilen Medeni Kanun’a ilişkin değişiklik tartışmalarını nasıl yorumlarsınız?
F. Ceren Akçabay: Öncelikle kadına yönelik şiddetle mücadeleye yönelik uluslararası bir insan hakları düzenlemesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı bir şekilde çekilmeyi öngörmüş bir hükümetin medeni hukuk alanında yaptığı her düzenlemenin dikkatle irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki iktidarın son on yılda gitgide artan bir şekilde medeni hukukun en önemli alanı olan aile hukuku alanında giderek eşitlik ilkesini terk ettiğini görüyoruz.
Muhafazakâr popülist söylemi benimseyen dünyadaki benzer ülkelerde olduğu gibi eşitlik ilkesinin yerini “ailenin korunması” olarak dile getirilen politika alıyor. Kadına yönelik şiddetle mücadeleden kadının soyadına kadar bu politika çerçevesinde gündeme gelen yasal değişiklikler ne yazık ki kadınların ve LGBTİ+ların insan haklarını yok sayan bir içerik taşıyor. Bu politikanın temel gerekçesi ise azalan nüfus olarak açıklanıyor. Oysa nüfustaki azalma eğilimi sadece Türkiye ile sınırlı değil. Boşanma ve nüfus artışındaki düşüş arasında bir paralellik kurulabilirse de boşanmaların azaltılması veya evlilik sayılarının artırılması kadınların ve LGBTİ+ların haklarının yok sayılmasıyla, heteroseksüel evliliklere zorlanmasıyla, ev içine hapsedilmesiyle mümkün değil. Muhafazakâr popülist söylemi benimseyen ve giderek otoriter bir yönelim içerisine giden Türkiye ve benzeri ülkeler bakımından ne yazık ki toplumsal yapıdaki tüm sorunlar toplumsal cinsiyet eşitliği talep eden feministlerin ve LGBTİ+ların üzerine yıkılmaya çalışılıyor ve gruplar düşmanlaştırılıyor, hedef gösteriliyor.
“Anayasa’ya aykırı bir kanunu yeniden düzenlemek isteyen iktidar bunu toplumun gelişimi için değil neoliberal ekonomin ucuz işgücü ihtiyacı ve kadının emek sömürüsüne dayalı geleneksel aileyi koruyup çocuk, yaşlı, hasta bakımını konusundaki yükümlülüklerinden kurtulmak için yapıyor.”
Kadın Dayanışması: Peki amaç gerçekten ailenin korunması mı?
F. Ceren Akçabay: Burada sorulması gereken asıl soru bence şu: Anayasa Mahkemesi’nin açık kararı ve cinsiyetler arası eşitliği öngören uluslararası norm ve içtihatlar yok sayılarak yapılan yeni kadının soyadı düzenlemesinin gerekçesi olarak da dile “ailenin korunması” kavramıyla kastedilen ne? Hangi aileyi koruyorsunuz? Örneğin boşanmış ebeveynler ve çocuklarından oluşan aileleri koruma yükümlülüğü yok mu devletin? Yahut sadece ev içi şiddetin “yuvası” olarak görülebilecek aileleri devlet neden korumakla yükümlü? Ya da aile bu kadar mühimse neden herkesin aile kurma hakkı yok? LGBTİ+lar neden bu haktan mahrum? Bu sorulara verilecek cevaplar korunmak istenen ailenin geleneksel aileden ibaret olduğunu, bu ailenin kadınların emek sömürüsüne dayalı olduğunu ve işleyişinin modern aile hukuku kuralları yerine yaptırımları “erkek şiddeti” olarak ortaya çıkan eril toplumsal kurallara dayalı olduğunu ortaya koyuyor. Böyle bir ailenin korunması, sadece sosyal hakların devletin yükümlülüğü olarak görülmediği olanca ekonomik ve çevresel soruna rağmen düşük ücretli çalışan ihtiyacı için insanların üremeye zorlandığı neoliberal ekonomi için bir ihtiyaç.
Dolayısıyla Anayasa’ya aykırı bir kanunu yeniden düzenlemek isteyen iktidar bunu toplumun gelişimi için değil neoliberal ekonomin ucuz işgücü ihtiyacı ve kadının emek sömürüsüne dayalı geleneksel aileyi koruyup çocuk, yaşlı, hasta bakımını konusundaki yükümlülüklerinden kurtulmak için yapıyor. Kadınların insan onurunu ve eşit haklarını reddeden düzenlemenin tek açıklaması bu.
“Kendimize ait bir soyadı talep etmek aslında bir tanınma talebi. İnsan onuru ile bağdaşık bir talep.”
Kadın Dayanışması: Hem bir kadın hem de hukukçu olarak kadının evlendikten sonra da kendi soyadını kullanabilmesi sizce neden önemli? Sizce iktidar ya da mevcut yasal düzen bunu neden istemiyor?
F. Ceren Akçabay: Kendi adıma konuşmak gerekirse iki ismim olmasına rağmen çift soyadı almış bir kişiyim. Akademik titrim de eklenince ismim bir satır sürüyor. Kendi tercihiniz olduğunda bu bir sorun olmayabilir. Dünyada da bunun pek çok örneği mevcut. Ancak benim evlendikten sonra o tarihe kadar bilindiğim ismimin, hatta imzamın değişmesine neden olacak bir duruma hukuk tarafından zorlanmam üzerimdeki eril iktidarın bir göstergesi çünkü aynı duruma erkekler zorlanmıyor.
Geleneksel ailede erkeklerin iktidarı zaten verili, ailenin içine girdiklerinde özgürlüklerini ve haklarını kapının dışında bırakmaları gerekmiyor. Benim için, bizler için bu zorunlu. Bazen bu tartışmaları yaptığımızda ortaya konan bir argüman var. Deniliyor ki: Kadınların evlilikten önceki soyadı da babalarına ait, yani bir erkekten geliyor. Bu durumda aslında fark eden bir şey olmadığı ileri sürülüyor. Bu bence çok komik bir argüman, bin yıllardır erkek egemen yahut ataerkil bir toplumda yaşadığımız ortada, annemin soyadını da alsam babasından gelecek soyadım. Kadına kendine ait bir soyadı bulmak için ilk soyadına kadar geri mi gitmeli miyiz yoksa bir yerden başlamalı mıyız? Kendimize ait bir soyadı talep etmek aslında bir tanınma talebi. İnsan onuru ile bağdaşık bir talep.
Üstelik tek sorun erkeklerin soyadını alıp almamak da değil, önemli olan bu seçim hakkının bize bırakılmaması. Bu ikincilliğe zorlanmanız eşit olarak görülmemeniz anlamına giriyor. Daha aileye attığınız ilk adımda evlendirme dairesinde doldurduğunuz formlarda iki seçenek ile karşı karşıya kalıyorsunuz: Eşinizin soyadını mı alacaksınız yoksa kendi soyadınız ile birlikte eşinizin soyadını mı alacaksınız. Yani eşinizin soyadını almamak gibi bir seçeneğiniz yok.
Kadın Dayanışması: Buradaki gerekçede de ailenin bütünlüğü ve çocuğun korunması…
F. Ceren Akçabay: İktidar bu durumu, anne ve babanın ayrı soyadı kullanmasının çocuğun üzerindeki olumsuz etkisi ile açıklamış kanun gerekçesinde. Aslında hukuken çocuğun yüksek yararı kavramına karşılık geliyor bu açıklama. Ama aile bütünlüğü kavramı kullanılmış gerekçede çocuğun yüksek yararı yerine. Yine ailenin korumasına atıf yapmamak için. Çünkü çocuğun yararı örneğin çocuğun şiddet dolu bir aileden korunmasını gerektirir ve şiddet düzenlemelerinde buna asla atıfta bulunulmaz ya da çocuğun yüksek yararı için eşler ortak bir aile soyadı seçebilir. Örneğin Almanya’da eşler evlenirken tek bir soyadı üzerinde uzlaşabiliyor ve aile soyadı kadının soyadı da olabiliyor. Bunu seçme hakkı her iki eşe de verilmiş durumda.
“Evlenirken önce ailede erkeklerle eşit olmadığınızı kabul edin, deniliyor bize. Sonra da sizden istenen ücretsiz emeği verin. Devlete düşen yükümlülükleri dahi yerine getirin ve bize bolca ucuz işgücü üretin. Haklarınız mı? Onlar kapının dışında kaldı.”
Kadın Dayanışması: İktidar neden böyle bir düzenlemede ısrarcı?
F. Ceren Akçabay: Çünkü ısrarcı olduğu konu asıl olarak kadınların ikincilliği. Evlenirken önce ailede erkeklerle eşit olmadığınızı kabul edin, deniliyor bize. Sonra da sizden istenen ücretsiz emeği verin. Devlete düşen yükümlülükleri dahi yerine getirin ve bize bolca ucuz işgücü üretin. Haklarınız mı? Onlar kapının dışında kaldı. Aileden geçerli olan geleneksel eril kurallar bunlara uymazsanız da siz bilirsiniz biz sizi korumayız. Biz sadece “geleneksel aileyi” koruruz. Çünkü bizim işimize yarayan o.
“Tüm bu düzenlemelerle ne toplumsal yapı, ne çocukların yararı ne de eşitlik ve temel hak ve özgürlükler korunuyor. Korunan sadece ve sadece neoliberalizm ve geleneksel (eril) aile.”
Kadın Dayanışması: 2024 için Orta Vadeli Plan ve kemer sıkma politikalarıyla kadını ailenin içine hapseden bir plan devreye sokulmuş durumda. Artan yoksulluğun psikolojik ve maddi yükünü kadınların ev içinde yüklenmeleri bekleniyor. Nafaka hakkı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. En son doğum izninin bir seneye çıkarılması için yasal çalışmalara başlandığı haberini gördük. Kadınlara avantaj sağlanıyor gibi gözüken ancak iş yaşamından uzaklaştıracak bu tür düzenlemelerle mücadele için nasıl bir hat öngörürsünüz, erkek egemen kapitalist sistem içinde kadınların toplumsal konumları ve bunla oldukça bağlantılı olan emek ve kimlik politikaları açısından öncelikli mücadele taleplerimiz sence neler olmalı?
F. Ceren Akçabay: Bu düzenlemeler kadınların geleneksel aileye kapatılması için gerekli düzenlemeler. Yoksulluk nafakası bunun iyi bir örneği. İktidarın bütün tepkilere rağmen tekrar tekrar gündeme getirdiği nafaka düzenlemesiyle temel hedefi kadınların boşanma haklarını törpülemek. Kadın Dayanışma Vakfı ile birlikte 2019 yılında hazırladığımız “Yoksulluk Nafakası” raporuyla sosyo-hukuki verileri ortaya koymuştuk. Süresiz nafaka diye bir mağduriyet söz konusu değil. Ortada olan tek mağduriyet üzerinde durulmaya değmeyecek nafaka tutarlarının dahi ödenmiyor oluşu. Raporu bu sene güncelliyoruz. Mevcut yoksulluk nafakası tutarları ekonomik kriz nedeniyle çok daha kötü hale gelmiş durumda. Buna rağmen yoksulluk nafakası değişikliğinin önümüzdeki aylarda Meclis’e yeniden sunulması bekleniyor.
Yine yanlış bir şekilde “pozitif ayrımcılık” olarak sunulan doğum izninin uzatılması önerisi söz konusu. Öncelikle ayrımcılığı pozitif ya da negatif olarak adlandırmak pek doğru değil. Türkçede pozitif ayrımcılık olarak yerleşmiş olsa da aslında eşit muamelenin adalet getirmediği durumlarda uygulanması gereken özel düzenlemeler “özel önlemler” olarak adlandırılır. Fakat ne halihazırda İş Kanunu’nda bulunan kadınlara yönelik iş alanları yasakları ne de evlilikten sonra kıdem tazminatı alarak işten ayrılma hakkı birer özel önlemdir. Bir uygulamanın özel önlem olarak tarif edilebilmesi için dezavantajlı gruplara yönelik ayrımcılığın giderilmesine yönelik düzenlemeler olması gerekir. Doğum izninin uzatılması için zaten eril normlar nedeniyle çocukların bakım yükünün tamamını üstlenmek zorunda olan kadınlar bakımından ayrımcılığı gideren değil, pekiştiren bir etki yaratacak yönde bir düzenlemedir. Bunun yerine, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi her iki eş için de geçerli ebeveynlik izni hakkı düzenlenmesi gerekir ki erkeklerin de çocukların bakımını üstlenebileceği kabulüne dayalı bu uygulama, kadınların ücretsiz emeğinin sömürüsüne dayalı geleneksel ailenin korunması ile örtüşmez. Oysa maksat gerçekten evlenme ve doğum oranlarının korunması olsaydı yahut modern aile yapısının korunması istenseydi önerilmesi gereken düzenleme dünyada da çok başarılı örnekleri bulunan ebeveyn izni olurdu. Bu nedenle, karşı karşıya olduğumuz aile hukuku politikalarında bir yaklaşım birliği bulunduğunu görmemiz önemli. Tüm bu düzenlemelerle ne toplumsal yapı, ne çocukların yararı ne de eşitlik ve temel hak ve özgürlükler korunuyor. Korunan sadece ve sadece neoliberalizm ve geleneksel (eril) aile.
Kadın Dayanışması: Verdiğiniz bilgiler ve yorumlar için çok teşekkür ederiz.
Fehmiye Ceren Akçabay, lisans eğitimini Ankara Hukuk’ta tamamlandıktan sonra, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi alanında Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisans ve Marmara Üniversitesi’nde doktora derecesi aldı. Bir yıl YÖK doktora araştırma bursu ile Edinburgh Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. Barış bildirisi imzacısı olduğu için Şubat 2017’de KHK ile ihraç edilinceye kadar Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde on yılı aşkın süre çalıştı. İhraç edildiğinde yardımcı doçentti. Toplumsal Değişme ve Hukuk İlişkisi Çerçevesinde Zorunlu Eğitim, Hukuki Feminizm isimli kitapları, çok sayıda makalesi bulunuyor.