25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar dünyanın ve Türkiye’nin dört bir yanında sokaklardaydı. İstanbul’da, bizim de Kadın Dayanışması olarak parçası olduğumuz 25 Kasım Platformu 1,5 ay öncesinden “Mücadelemiz Birbirimiz İçin! Biz Hayatı İstiyoruz!” şiarıyla Taksim Tünel Meydanı’na çağrı yapmıştı. İstanbul Valiliği 24 Kasım’da duyurduğu karar ile Beyoğlu ilçe sınırlarında iki günlük eylem yasağı konduğunu açıkladı. 25 Kasım’da meydanları kadınlara kapatmak anlamına gelen bu yasak önceki yıllardan farklı olarak çok daha detaylı ve kapsamlı bir polis ablukası ve ulaşım felcini içeriyordu. 15.00’ten itibaren Beyoğlu’nun tüm sokakları kolluk tarafından sırasıyla kapatılmaya başlandı. Yine aynı saatte en işlek metro hatlarından biri olan M2’nin dört durağı birden kapatıldı; Kabataş-Taksim ve Karaköy-Tünel füniküler seferleri durduruldu. İETT otobüsleri Taksim’e yakın duraklarda durmadı. Öyle ki Beyoğlu ilçe sınırlarındaki otoparklara araç parkının yasaklanabileceği, otoparkların boşaltılabileceği dahi garanti altına alındı.
Valilik 25 Kasım yasağını “etkinliği gerçekleştirecek grup ile diğer grup arasında teröre müzahir şahısların yer alabileceği, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği” gerekçeleriyle açıkladı. 25 Kasım Platformu ise kadınlara konmaya çalışan bu yasağın kendisini şiddet olarak adlandırdı ve yasak kararını tanımadığını ilan etti. Yüzlerce kadın yoğun polis ablukasına ve ulaşım engeline rağmen Şişhane civarında ve Karaköy İskelesi’nde bir araya geldi. Kadınlar Karaköy İskelesi’nin iki tarafından da polis ablukasına alınmasına rağmen yaklaşık bir saat alanda kalarak taleplerini dile getirdi. 25 Kasım Platformu adına okunan basın açıklamasında “İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Taksim’i abluka altına alarak, gözaltılar yaparak, kadınlara şiddet uygulayarak kadın düşmanı yüzünü, şiddet faili olduğunu bir kez daha kendi kendine ifşa etmiştir,” dendi.
25 Kasım günü İstanbul’da kadına yönelik şiddete karşı yürümek isteyen kadınlar, bir kez daha devlet şiddeti ile karşılaştı. Günün sonunda 169 kişi kolluğun ters kelepçe uygulamaları ile, polis şiddeti ile gözaltına alındı. Gözaltına alınanların 160’ı sabah saatlerinde serbest bırakılırken 7 kişi önce “polise mukavemet” suçlaması ile mevcutlu olarak adliyeye sevk edildi, daha sonra adli kontrol kararı ile serbest bırakıldı. Üç göçmen arkadaşımız ise göçmenlere yönelik izlenen ayrımcı politikalar doğrultusunda Geri Gönderme Merkezi’ne sevk edildi ve sınır dışı edilme tehlikesi ile karşı karşıya. İki göçmen trans kadının gözaltında ve Geri Gönderme Merkezi’nde kötü muameleye maruz kaldığını biliyoruz.
2024 25 Kasım’ında açığa çıkan bu tablo, rejimin kadın ve lgbti+ düşmanlığını bir kez daha ispatladı. Bir süredir çeşitli gündemler için Tünel Meydanı’ndaki toplanma ve yürüyüşleri engellemeyen rejim İstanbul’u kadınlara kapatmak için tüm imkânlarını seferber ederken; aynı gün, aynı İstanbul sokaklarında bir erkek, elini kolunu sallayarak eşi ve çocuğu dahil 7 kişiyi öldürdü. 25 Kasım’dan iki gün sonra, 27 Kasım tarihinde, 7 yıllık evliliği süresince gördüğü şiddetin son sınırında ölmemek için kocasını öldürmek zorunda kalan, hayatını savunan Serap’ın tutukluluğunun devamına karar verildi.
Yine aynı tarihlerde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, 2025 yılında da kadınlara zırnık koklatmayacağını tasdikledi. Bütçe görüşmelerinde kadın cinayetleri hakkında konuşan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “32 hanımefendi ikazımıza uymadan, kapıya adam gelince açmış, içeride vurmuş onu,” diyerek ölen kadınları suçladı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş “yenilikçi” bir model olarak “aile rehberi sistemi”ni müjdeleyerek kadınlara aile dışında bir hayatı hak görmediklerini hatırlattı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına dönük eleştirileri ise “siyaset yapmayı bir kenara bırakıp yapılanları görerek birlikte çalışalım” çağrısı ile karşıladı.
Biz biliyoruz ki kadın ve lbgti+ların gördüğü şiddetin, cinayetlerin siyasi sorumlusu, dönemin siyasal iktidarıdır. Bütçe görüşmelerinde konuşan iki bakan da aldığı sözlerle kendi sorumluluklarını gizlemeye çalışadursun, biz çok iyi biliyoruz ki patriyarkal-kapitalist düzenin bütün iktidarları ve bu iktidardan payını alan tüm erkekler faildir. Ve ne yazık ki hiçbirimizin hayatı, bu erkek-devlet şiddetinden azade değil.
Mevcut rejim ve iktidar 6284 sayılı yasanın etkin uygulanması, cezasızlık politikalarına son verilmesi, kadın cinayetlerinin ve erkek şiddetinin durdurulması için bir eylem programı çıkarmak yerine; izlediği aileyi koruma ve güçlendirme politikaları ile kadınları şiddet dolu hanelere kapatmak için uğraşıyor. Kadınların nasıl ölmeyeceği üzerine değil, nasıl doğuracakları üzerine kafa yorarak “normal doğum” kampanyaları başlatıyor. Kutsal aile mitlerini tekrar ederek “evin reisi” olan erkekleri, şiddet uygulamaları için adeta cesaretlendiriyor. Bugün kadınlar ve lgbti+lar olarak hayatlarımız şiddet dolu, bugün yoksullukta-emek sömürüsünde dahi erkeklerle eşit değiliz; fakat tam da bu çifte ezilmişlik sebebiyle yarının şiddetsiz ve sömürüsüz toplumunu inşa edecek olan da bizleriz. Şiddet, baskı ve sömürü var oldukça mücadelemiz de devam edecek. Mücadelemiz birbirimiz için; mücadelemiz eşit, özgür, şiddetsiz bir hayat için!