6 Şubat depremlerinin yıldönümünde bölgedeki sorunlar artarak varlığını korumaya devam ediyor. Işıklandırılamayan sokaklar, düzenli sefer saati olmayan dolmuş ve otobüsler, erişilemeyen sağlık hizmetleri, eğitim hayatları düzenli olamayan öğrenciler, iş güvenliği sağlanamayan işçiler, güvenli barınma koşulları sağlanamayan binlerce insan ve bunun sonucunda kocaman bir şantiye şehre dönen Antakya’m. Bu sorunlardan daha da fazlası var Antakya’da. Şehri terk etmeyen binlerce insan güne yine bir önceki günden de fazla sorunla başlamak zorunda bırakılmış. Bu şehirde yaşamı yeniden örmek, bu şehre yeniden can suyu taşıma görevi oradaki halka ve o bölgeye gelen gönüllülerin şehri terk edemeyişine bağlı halde. Bu şehirde hayat 100 yıl geriye gitmiş gibi.
Sürekli hale gelen elektrik kesintileri şehirde bir türlü sağlanamayan güvenlik sorununu daha da içinden çıkılması zor bir duruma getirmiş vaziyette. Yaşamsal ihtiyaçların karşılanması insanların kol gücü emeğine mecbur bırakılmış. İnsanların psikolojik durumları ise 6 Şubat sabahı yaşadıkları travmadan çok daha fazlası. Ruh halimiz anlık değişiyor. Bir şeye gülerken bir anda ağlayabiliyoruz ya da hayatta sımsıkı tutunuyorken öyle bir an geliyor ki sanki hiçbir şeyin anlamı kalmamış gibi hissedebiliyoruz. Bu yaşanan dengesiz ruh hali o bölge insanları için aslında çok doğal. Çünkü o korkunç depremde o koca betonların arasında günlerce soğukta, aç, susuz, kimsesiz bırakılmışlardı. En güvendikleri devlet kurumları en zor zamanlarında onlara yardım etmek için mücadele etmemiş, hatta gelen yardımların önünü kesecek kadar gaddarlaşmıştı. Bu kadar olumsuzluğa rağmen hayata tutunmayı başarmış, hatta umutları binlerce kez kırılmış olsa da yuvalarını, memleketlerini yeniden inşa etmekten vazgeçmemişlerdi. Tapulu arazileri rezerv alan denilerek ellerinden alınmaya çalışılırken onlar günlerce dozerlerin önüne yatarak bir zeytin dalını dahi kestirmemişlerdi. Çünkü Antakya halkı çadırlara, konteyner kentlere hapsedilen yaşamlarına rağmen doğasına nankörlük edemeyecek kadar kadim bir halktır.
Evet, şehir yeniden kurulmalı ama doğayı katlederek bizlere yaşam alanları yapmalarını istemiyoruz. Doğal yaşamı bozmadan da yaşam alanları kurulabilir. Bunun için gönüllü çalışmak isteyen birçok çevre mühendisi, mimar, inşaat mühendisi var. Fakat devlet bu çabayı görmek yerine, birilerinin cebi daha fazla dolsun diye birçok zeytinlik alanı ranta kurban ediyor. Birçok yerleşim alanının hemen yakınına taş ocakları ve beton santralleri kurulmuş durumda. Bu yapılanlar, depremden sonra yeni bir felakete zemin hazırlamaktır. Artan akciğer hastalıkları bunun önemli bir göstergesi. Sağlık çalışanlarının verdiği bilgilere göre deprem bölgesinde 20 yıl sonra asbest solunumundan dolayı akciğer kanseri vakalarında artış yaşanacak. Devlet, deprem bölgesinde yok alan yaşamlardan rant devşirme peşinde. İnsan ve doğa hayatı ranta kurban edilemeyecek kadar kıymetlidir.
Bizler 6 Şubat’ta yine Antakya Köprübaşı’nda elimizde reyhanlarla, bahhurlarla (Antakya halkına özgü tütsü) sevdiklerimizi anmak için bir araya geleceğiz. Hâlâ yasını bile tutamadığımız şehrimiz ve sevdiklerimiz için orada olacağız. Biliyoruz ki ölen sevdiklerimiz yaşasaydı onlar da bizim için aynı mücadeleyi verirdi. Bizler kaybettiğimiz şehrimizin, ölen binlerce insanımızın hesabını sormak için, aydınlatmadıkları o karanlık sokaklara inat yine orada bir araya geleceğiz. Kimlerin bizi ölüme terk ettiğini, kimlerinse yaşatmak için var gücüyle savaştığını çok iyi biliyoruz. Bizler hâlâ yaşama tutunup bunca terk edilmişliğe rağmen mücadele edebiliyorsak bu, yaratılan koca bir dayanışmanın sonucudur.
Bizler kadın mücadelesinin en hayati ve bir o kadar da gerçekçi olan “Dayanışma Yaşatır” sloganıyla mücadeleye devam ediyoruz. Kadınlar bu şehri terk etmiyor ve bu şehri yeniden kurmaya kararlı. Unutmayın ki biz gitmedik, buradayız. Ma Rıhna Nıhna Hon!
Antakya’da yitirdiğimiz her bir can için ve memleketimiz için Fairuz’un şarkısını buraya bırakmak istiyorum.
VATANIM
Ey mavi bulutların dağı vatanım
Ey çiyin ve zambakların ayı vatanım
Ey bizi sevenlerin yuvası, ey bizden öncekilerin toprağı
Ey ufacık fakat dünya kadar da geniş, ey vatanım
Yitip gitmiş zamanların altınısın vatanım
Şiirlerin şavkımalarından doğansın vatanım
Ben inatçı rüzgârın yazdığı şiirim eşiğinde
Ben bir taşım, ben bir zambağım, ey vatanım
Köprüdeki komşularım hatırlıyor beni ve bülbüller ay ışığında adımı şakıyor
Topraklarındaki ağaçlar halkımın elleriyle dikildi
Ve kadim taşların atalarımın yüzlerince işlendi
Topraklarındaki ağaçlar halkımın elleriyle dikildi
Ve kadim taşların atalarımın yüzlerince işlendi
Ve onlar yüz yıldan, bin yıldan, dünyanın başlangıcından beridir sende yaşadılar
Senin başın için ve sevenlerinin ki vatanım
Ne olduysa oldu bana; büyüdüm ve sevgin de büyüdü kalbimde
Ve önümüzde günler geliyor, geliyor kendilerinde saklı güneşle
Sen güçlüsün, sen zenginsin, sen bütün dünyasın ey vatanım
Antakyalı İpek Deniz