19 Mart’ta İmamoğlu’nun tutuklanması ile başlayan protestolar, ülke çapında ciddi bir seferberliğe sahne oldu. Milyonlarca insan, 23 senelik AKP iktidarına ve kayyum rejimine karşı biriken öfkesiyle sokaklardan taştı. Kimler yoktu ki aralarında… Toplumun her kesiminden insan, memnuniyetsiz olduğu yerden ayağa kalktı. Biz kadınlar da her geçen gün katlanarak artan sorunlarımızın yakıcılığı ile; haklarımızın gaspına karşı, hayatlarımızı çevreleyen erkek şiddetine karşı sokaklardaydık.
Sokağın da seferberliğin de steril olamayacağını, toplumsal tüm marazları bünyesine çektiğini çok iyi biliyoruz. Ataerki ilga edilmedikçe bizler için “güvenli alan” denilenin ancak bir tahayyül olduğunu ya da ufak sınırlarda soluk alabileceğimizi de. Tam da bu yüzden, belki de ortak sebepler ve hedefler için buluştuğumuz kurumlarda, toplantılarda, meydanlarda bizi bir başka mücadele daha bekliyor: erkeklik ve erkekler. Şaşılmayacak biçimde homojenlikten uzak bu eylemlerde ırkçı, cinsiyetçi, homofobik ifadeler de kendine yer buldu. Kaslı İmamoğlu fotoğrafları, adeta böğürerek ağız dolusu küfreden erkekler… Öyle ki kimi zaman tekinsizlik hissiyle eylemlerde, yürüyüşlerde yerimizi değiştirdik.
Yan yana yürüdüklerimizin şiddetinin yanı sıra, eylemlere katılan kadın ve lgbti+ları ayrıca hedef alan polis şiddetini ifade tutanaklarından okuduk. Kadınlar, konuşmamaları yönünde tehdit edilmelerine rağmen gözaltı sırasında uğradıkları cinsel saldırı ve tacizi emniyetteki ifade tutanaklarına geçirdiler. Yine hapishaneye girişlerde, anayasaya açıkça aykırı ve bir cinsel şiddet biçimi olan “çıplak arama”nın “rutin” denilerek uygulandığını öğrendik. İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, yaptıkları görüşmelerde kadınlara yönelik cinsel şiddet, hakaret ve aşağılayıcı muamele tespit ettiklerini açıkladı. Demokratik hakları için sokağa çıkan ve polis şiddetiyle gözaltına alınan insanların gönüllü avukatlığını yapan kadın avukatlar da çeşitli internet platformlarında cinsiyetçi saldırılara maruz kaldı.
Tüm bunlara rağmen ne kadınlar sokakları ve mücadele alanlarını ne de avukatlar adliyeleri terk etti. Kadın Dayanışması olarak irademizin, haklarımızın gasp edilmesine karşı sokaklardaydık, “Belediyelere de hayatlarımıza da kayyuma hayır” dedik. Seferberlik esnasında pek çok şehirden feminist yol arkadaşımız eylemlerdeki cinsiyetçi, homofobik ifadelere karşı forumlarda buluştu, erkek şiddetine karşı feminist sözü alanlara taşıdı.
Emniyet Genel Müdürlüğü ise gözaltında cinsel şiddet uygulayanları araştırmak şöyle dursun, konuyu sosyal medyada gündem edenlerle ilgili suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı. “Gözaltında cinsel saldırıya uğrayan kadınları her gün konuşacağız” tweet’ini paylaşan bir kadın, 3 Nisan’da evinden gözaltına alındı. Bu yolla sorumlular araştırılıp yargı önüne çıkarılacağına, kadına yönelik şiddete ses çıkaranlar bir kez daha tehdit edilmiş oldu.
Yalnızca kadın olduğumuz için uğradığımız şiddeti ve ayrımcılığı hayatımızın her alanından bildiğimiz gibi, devletin gerektiğinde bu şiddet biçimlerini sindirme-yıldırma yöntemleri olarak kullandığını da biliyoruz. Politikada, işyerinde, evde, hayatımızı kuşatan erkeklere karşı sokaklara çıktığımızda bir de polis şiddetiyle muhatap olmamız, erkek şiddetinin kendini ataerkil sistem içerisinde nasıl var ettiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Fakat kadınlar ve lgbti+ların bu yöntemlerle sindirilemediği, hatta tam da bu saldırılar yüzünden mücadeleye daha sıkı sarıldığı da aşikâr. Biz hayatımızı yoksullukla, güvencesizlikle, erkek şiddetiyle çevreleyen; irademizi ve haklarımızı tanımayan bu kayyum rejimini istemiyoruz. “Hayır”ımız duyulana kadar da mücadeleden geri durmaya hiç niyetimiz yok.