Kaç kere bu yazıyı yazıp sildiğimi inanın sayamadım. Nereden başlamalı, nasıl anlatmalı, nasıl yazıya dökmeli diye düşünürken nihayet yazmaya karar verdim. Önce Antakya’dan getirdiğim süvari kahvemi pişirirken, bir yandan da Feyruz’dan bir şarkı açtım. Hem Antakya kahvesinin o mis gibi kokusu hem de Feyruz’un o turkuaz sesi bana güç verdi ve sonunda yazmaya karar verdim.
Antakya’m için bir şey yapmalı, hiç olmazsa bu yaşananları yazıp insanlara yaymalıydım. Bu benim memleketime olan vefamın en azında küçük de olsa bir göstergesi olacaktı. Deprem zamanı yaşadıklarımızı uzun uzadıya yazmak istemiyorum. Ama şunun altını çizmeden edemeyeceğim: Devlete en ihtiyacımız olan anda devlet orada yoktu. Bizler tam üç gün boyunca kocaman yerkürede yalnız bırakılmıştık. Ta ki gönüllüler gelene kadar. Tam deprem yaramız az da olsa kabuk bağladı derken bu sefer de devletin ACELE KAMULAŞTIRMA adı altında topraklarımızı gasp etmesiyle karşı karşıya kaldık.
Deprem bölgesinde halk her gün yeni bir usulsüzlük, yeni bir hak gaspı ile, sermayeye peşkeş çekilen alanlarla mücadele etmek zorunda. Halk temel ihtiyaçlarını bile karşılayamazken, depremde canı dahil her şeyini kaybetmişken bir de üstüne zeytin alanlarının, tarlalarının zorla ellerinden alınmasına karşı mücadele etmek zorunda bırakıldı. Bizler depremin ilk günlerinde barınma ihtiyacımızı karşılamak için bile bir ağaç dalı dahi kesmemişken şimdi bizlerden binlerce zeytin ağacının kesilmesine göz yummamızı bekliyorlar. Nasıl ses çıkarmayalım, nasıl görmeyelim, nasıl susalım?
Bu bölgenin insanları için zeytin ağacı geçim kaynağının da ötesinde en yoksul anlarında onları doyuran, en kurak zamanlarında gölgesiyle onları serinleten, kültürel miraslarından bir parçaydı. Atalarından onlara miras kalan en değerli varlıklarıydı. Bu zeytin ağaçları ne zorluklarla yetişmiş bugüne gelmiş, gidip yöre halkına sorsunlar. Bir zeytin ağacına kaç insanın ömrü, emeği sığmış bir bilseler… Yaşadıkları zorlukları ben annemden, anneannemden biliyorum. Oranın kadınlarının eseridir bugünkü zeytin tarlaları. 40 derece güneşin altında sırtlarına aldıkları sularla en az 3 kilo metre yokuş çıkıp tek tek suladılar zeytin ağaçlarını. Evlatlarından ayırmadılar, hatta onlara kimseye anlatamadıkları dertlerini söylediler, gölgelerinde serinlediler. Sırtlarına yüklenen onca yüke rağmen günün sonunda büyüyüp serpilmelerini görmek onlar için en büyük gurur kaynağıydı.
Emeği görünmeyen, adı bile duyulmayan binlerce kadının emeğini şimdi siz kökünden koparıp atmak istiyorsunuz. Kökünden koparıp atmaya çalıştığınız sadece zeytin ağaçları değil. Siz Zehraları, Emineleri, Hapkaları, Remzeleri, Leyları, Hadraları da koparıp atmak istiyorsunuz. İşte Antakya’nın, Defne’nin, Samandağ’ın kadınları buna izin vermeyecek, vermiyor da. İzin vermedikleri için de zeytin katliamına karşı mücadelede en önde saf tutuyorlar. Korkmuyorlar çünkü köklerine o kadar sıkı sıkıya bağlılar. Siz bir Zehra’yı koparırsanız diğer tarafta Remzeler filizlenir. Bilmezler ki zeytin ağacının diğer adı Ölmez Ağacı’dır. Kopardım sandığınız zeytin ağacı aylar sonra bir dal uzatır, o dal ki umudun, direnişin, birlikte hareket etmenin adıdır. O dal ki dündür, bugündür ve yarına uzanacaktır. Toprak anadan bir kadim ezgi eşlik eder bugünlere ve o ezgi göğe yükselir “Bizim köklerimiz burada” diye. Zeytin ağacı bulunduğu yerde kucaklar yaşamı dallarıyla, gövdesiyle, yüzüne sığmayan gülüşüyle, bakışıyla ve duruşuyla. Sonsuza kadar yaşamak için büyür bir zeytin ağacı… Hiç dökmez yapraklarını, yaşamın taptaze yüzünü gösterir hep insanlara ve doğaya. Tıpkı kadınların mücadelesi gibi sürekli, kara kışa inat dökmez yapraklarını ve kucaklar yaşamı.
Zeytin ağaçlarının feryadını duyalım, duyuralım. Ranta kurban verecek doğamız yok. Sırf birileri ceplerini dolduracak diye binlerce zeytin ağacının katledilmesine göz yumamayız. Antakya’nın kısılmaya çalışılan sesini dünyaya duyuralım. Görmezden gelenlere inat yaşamı, doğayı görelim savunalım. Antakyalı kadınların sokakları inleten sloganını haykıralım, “Ma Rıhna Nıhna Hon” (Gitmedik, buradayız) diyelim. Tozu, betonu, ölümü, doğa talanını savunanlara karşı bizler doğayla bir arada yaşamı savunalım.
Antakyalı İpek