1 Mayıs yaklaşırken, kadınlar olarak yine sokakta olacağız. Ama bu sadece bir “emek bayramı” değil bizim için. Bu, yaşadığımız çok katmanlı sömürüye, şiddete, dışlanmaya, yoksulluğa, hayatımızın her alanına sirayet eden erkek egemen düzene karşı yükselttiğimiz bir isyan günü. Çünkü bu sistem, hem emeğimizi sömürüyor hem de yaşam hakkımıza göz dikiyor.
Krizin en yakıcı etkilerini biz kadınlar yaşıyoruz. Ekonomik kriz, istatistiklerde yüzde olarak ifade ediliyor ama bu oranlar bizim hayatlarımızda artan borçlar, eksilen öğünler, kapatılan kreşler, kesilen destekler demek. Kadın işsizliği rakamsal olarak en yüksek seviyelerde: Kadınların neredeyse beşte biri işsiz. Ama mesele yalnızca işsizlik değil. İstihdamdaki kadınların da çoğu güvencesiz, kayıtdışı, düşük ücretli, esnek çalıştırılıyor. Biz bu tabloyu “eşdeğer işe eşit ücret” talebimizin yıllardır görmezden gelinmesinden biliyoruz. Bu 1 Mayıs’ta, güvenceli iş ve insanca yaşayacak ücretlerle çalışma talebimizi yükseltiyoruz.
Evlerimiz ise çoğu zaman ikinci bir işyerine, kimi zaman da birer şiddet ortamına dönüşüyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin bedelini biz ödüyoruz. Devletin “koruma” adı altındaki mekanizmaları yetersiz; nafaka hakkımız sürekli tartışma konusu yapılıyor. Bu yüzden 6284’ün etkin uygulanmasını, şiddete karşı etkili korunma, barınma ve sosyal destek mekanizmalarının artırılmasını istiyoruz.
Bizi aileye mahkûm eden politikalara karşı, yaşamın her alanında var olma mücadelesi veriyoruz. “Kadın-erkek eşit değildir” söylemiyle beslenen bu gerici anlayış, biz kadınları yalnızca “annelik” ya da “eşlik” üzerinden tanımlıyor. Oysa biz yaşamı yeniden üretenleriz, üretimin her alanında varız; sokakta, okulda, fabrikada, plazada, hastanede, tarlada çalışıyoruz. Bu nedenle bakım emeğinin toplumsallaştırılmasını, her mahallede ve işyerinde kreş zorunluluğunu, ücretsiz ve kamusal bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılmasını talep ediyoruz.
Kadın bedeni üzerindeki tahakküm yalnızca evde, sokakta değil; doğumhanede de karşımıza çıkıyor. “Normal doğum” dayatması üzerinden yürütülen tartışmalar, kadınların nasıl doğuracağına dair karar hakkını dahi tanımayan bir zihniyetin ürünüdür. Bizim bedenimiz, bizim kararımız! Ne Tek Adam rejiminin ne de erkeklerin bedenimiz üzerinde söz hakkı var. Doğumdan kürtaja, sağlıktan yaşam biçimimize kadar her konuda kendi irademizi savunuyoruz.
Lgbti+lar, göçmen kadınlar, genç kadınlar; emeği ucuz, hayatı değersiz görülenler; patriyarkal kapitalizmin çarklarının dönmesine en fazla katkı sağlayan, bu düzenin en ağır yükünü taşıyanlar… Bizim için mücadele çok biçimli ama kökü aynı: Erkek egemenliğine, sömürüye ve ayrımcılığa karşı isyandayız! Bu yüzden taleplerimiz sadece ekonomik değil, politik de: ILO 190’ın uygulanması, işyerlerinde tacize karşı mekanizmalar kurulması, toplumsal cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa son verilmesi, göçmen kadınlara insanca yaşam koşulları sağlanması hepimizin ortak mücadelesi.
Bu 1 Mayıs’ta taleplerimiz yalnızca pankartlarda değil her bir adımımızda, her bir sloganımızda yankılanacak. Çünkü bu düzeni değiştirecek olanlar biziz. Sadece taleplerimizi dile getirmeye değil, hayatın her alanında örgütlenmeye, dayanışmaya, birlikte mücadele etmeye kararlıyız.
Kadın emeği sömürüsü bitene dek isyanımız da bitmeyecek!