Bir yıldan uzun bir süredir hem dünyada hem de ülkemizde pandemi koşulları altında yaşamaya çalışıyoruz. Bu salgını en ağır yaşayan kesimlerden birini de sağlık emekçileri oluşturuyor. İşin merkezinde olan sağlık emekçileri arasında kadın sağlıkçıların yükü ise bu koşullarda çok daha ağır boyutlara ulaştı. Kadın Dayanışması olarak, bir kadın sağlık emekçisiyle yaptığımız söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kadın Dayanışması: Öncelikle seni tanıyabilir miyiz?
Sağlık Emekçisi: Özel bir hastanede radyoloji teknisyeni olarak çalışıyorum. MR, mamografi, röntgen çekiyorum. Nereden baksan 12-13 yıldır bu işin içindeyim. 3-4 farklı bölgede çalıştım. Son olarak yaklaşık 10 yıldır Okmeydanı’ndayım ve Nurtepe’de oturuyorum.
KD: Radyoloji teknisyeni olarak pandemi sürecinde yoğun çalıştın sanırım.
SE: Evet. Korona akciğer filmi ile tespit edildiği için virüsle hep iç içeydim. Hastalık şüphesiyle gelen hastanın akciğer filmini çektiğimizde hastanın korona olup olmadığını hemen görüyorduk.
Özel hastanelerde aynı işi yapan kadın ve erkek çalışanlar aynı ücreti almayabiliyor. Bazen benden daha tecrübesiz bir erkek çalışandan daha düşük ücret alıyorum maalesef. Çoğu özel hastanede kadınlar doğum izni hakkını kullanamıyor. Doğum sürecinde işten ayrılmak zorunda kalıyoruz.
KD: Bir kadın sağlıkçı olarak pandemi öncesi çalışma koşulların nasıldı?
SE: Ücretler ve çalışma saatleri açısından özel hastaneler arasında çok değişkenlik oluyor. Burjuva kesimlerin yaşadığı bir bölgedeki hastanede çalışan sağlıkçı ile varoşlar diyebileceğimiz bir bölgedeki hastanede çalışan sağlıkçının ücretleri arasında uçurum var. Dahası, özel hastanelerde aynı işi yapan kadın ve erkek çalışanlar da aynı ücreti almayabiliyor. Bazen benden daha tecrübesiz bir erkek çalışandan daha düşük ücret alıyorum maalesef. Çoğu özel hastanede kadınlar doğum izni hakkını kullanamıyor. Doğum sürecinde işten ayrılmak zorunda kalıyoruz. Kamu hastanelerinde şua izni (radyasyon izni) muhakkak kullanılır ancak özel hastanelerin çoğunda çalışma saati sabah 8 akşam 6 şeklindedir, tabii yoğun nöbetleri saymazsak. Ancak kendi hastanemde bunun mücadelesini verdik. Radyoloji teknisyeni olarak Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) bağlıyız ve onların bizi denetleme hakkı var. Bu kuruma göre beş saatten fazla çalışmamalıyız çünkü her gün maruz kaldığımız radyasyon hayati tehlike oluşturuyor bizim için. Bizim hastanemiz özelinde bu hakkı mücadelemiz sonucu kazandık ancak diğer özel hastanelerin çoğunda radyoloji teknisyenleri hayatlarını tehlikeye atan koşullarda çalışmaya devam ediyor. Çünkü özel sağlık sektöründe örgütlenebileceğimiz bir sendika yok. Mezun olup ilk çalışmaya başladığımda üye olmak için SES’e (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) gitmiştim ancak özel hastane çalışanı olduğum için üye olamayacağımı söylediklerinde çok üzülmüştüm. Çünkü SES yalnızca kamu hastanesi çalışanlarını örgütlüyor. Böylesi bir ayrım özel hastane çalışanlarını bu kötü çalışma koşullarına mahkûm ediyor.
Kadın sağlık çalışanları için durum iki kat berbattı. Karantina süreci olduğu için herkes evde, dolayısıyla evdeki iş yükü de katlanmış durumda. Kadın sağlıkçılar işteki koşullardan çıkıp eve gidiyor ve evde de tüm işi sırtlanmak zorunda bırakılıyor. Ev işleri kadınlara tapuluymuş gibi düşünüldüğü için en ufak eksiklikte kavgalar baş gösteriyordu. Bazı kadın arkadaşlar keşke hasta olsam da kurtulsam demeye başlamıştı. Çünkü eve gittiğinde sürekli yatan ve hizmet bekleyen erkeklerle karşılaşıyorlardı.
KD: Pandemi ile birlikte çalışma koşulların hatta hayatın nasıl değişti?
SE: Türkiye’de ilk vaka geçtiğimiz yıl mart ayının ortalarında duyruldu. Bizim hastanemizde ise test kitlerinin gelmesiyle birlikte 30’a yakın arkadaşımızın korona olduğunu öğrendik. Ve bu martın son haftasıydı. Sırf bu bile pandeminin Türkiye’de ne kadar hızlı yayıldığını, hatta benim düşünceme göre pandeminin söylenen tarihten de erken başladığını gösteriyor. Test sonuçlarını hep birlikte aldık ve sonucu pozitif çıkan arkadaşlar yıkılmaya, ağlamaya başladı. Çünkü ölümle sonuçlanabilen bir hastalık ve bizim için de süreç çok yeniydi. Bir yandan arkadaşlarıma destek olmaya çalışıyordum; bir yandan da kötü bir psikolojiye girmeye başlamıştım “Ben de korona olursam ne olur?” diye. Hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştım. Testi pozitif çıkan arkadaşlar mecburen hastaneden ayrıldılar. Her bölümden çalışan sayısı eksiliyordu ve biz pandemi koşullarında az kişiyle çok çalışmanın savaşını veriyorduk bir yandan da. Her birimden neredeyse bir kişi kaldık ve iş yoğunluğumuz tavan yaptı. Buna rağmen yeni çalışanlar işe alınmadı. Bizim bölümdeki 5 saatlik çalışma koşulu yalan oldu tabii çünkü çalışmak zorundaydık. Herhangi bir ek ücret ya da hak yoktu bu süreçte. Özel hastane patronlarına göre işler çok kötü gidiyordu çünkü. Ancak o zamana kadar kazanacaklarını kazanmışlardı zaten. Mart-nisan-mayıs ayları unutmak istediğim aylardı. Günde 20-30 korona vakasıyla muhatap olduğumuz için korkuyla çalışıyorduk. Tüm gün koruyucu kıyafetlerin içinde nefes bile zor alarak çalışmak zorundaydık. Mutfak iptal edildiği için yemek verilmiyordu, tüm gün soğuk sandviç yemek zorundaydık. Evlerimize gidemiyorduk. Bazı arkadaşlar hastanede kalmak zorunda kalıyordu. Sağlık Bakanlığı’nın söylediği, sağlık çalışanları için otel ayarlanması diye bir şey yoktu. Aramızda bir dayanışma geliştirmeye çalıştık. Yalnız yaşayan arkadaşlar, ailesiyle yaşayan arkadaşlara evlerini açıyordu. Çünkü kimse eve gidip hastalığı ailesine taşımak istemiyordu. Sağlıkçıyız dediğimiz zaman dışarıda insanlar bizden kaçıyordu. Bunlar insanı müthiş demoralize ediyordu. Eve gittiğimde odadan çıkmıyordum hiçbir şekilde. Hastanede acil olmayan bölümlerdeki arkadaşları zorunlu ücretsiz izne ayırdılar. Örneğin epilasyon bölümünde çalışan kadın arkadaşım birden maaş alamamaya başladı. İki çocuğuna yalnız bakmak zorunda olan arkadaşın kirasını kim ödeyecek, eve nasıl ekmek götürecek kimse düşünmedi. Bu arkadaşlarımızla da beraber ağladık. O aylarda halimiz maden işçilerinden daha kötüydü diyebilirim. Dışarı çıkamıyorduk, içeride tecrit altındaydık resmen. Yemek yiyemiyorduk, hasta olmaktan korkuyorduk ama hasta olmak için çok sebep vardı yani her taraftan sıkışmıştık.
Kadın sağlık çalışanları için durum iki kat berbattı. Karantina süreci olduğu için herkes evde, dolayısıyla evdeki iş yükü de katlanmış durumda. Kadın sağlıkçılar işteki koşullardan çıkıp eve gidiyor ve evde de tüm işi sırtlanmak zorunda bırakılıyor. Ev işleri kadınlara tapuluymuş gibi düşünüldüğü için en ufak eksiklikte kavgalar baş gösteriyordu. Bazı kadın arkadaşlar keşke hasta olsam da kurtulsam demeye başlamıştı. Çünkü eve gittiğinde sürekli yatan ve hizmet bekleyen erkeklerle karşılaşıyorlardı.
Hiçbir zaman hakkımız olan fazla mesai ücretini alamadık. Sağlık çalışanlarına söz verilen ödenekleri hiçbir zaman göremedik. Evdeki iş yükünün de üzerimizden alınması gerekirdi. Yalnızca evdeki erkeklerin iş yapmasını kastetmiyorum, sağlık çalışanlarının ev ve ev içi bakım işleri için bir hizmet verilebilirdi.
KD: Peki bir kadın sağlık çalışanı olarak pandemi koşulları altında işte, evde, hayatın her alanında ne olsaydı, hayatın daha rahat olurdu?
SE: O kadar çalışmamıza rağmen hiçbir zaman hakkımız olan fazla mesai ücretini alamadık. Bunu almak isterdim. Sağlık çalışanlarına söz verilen ödenekleri hiçbir zaman göremedik. Hastalığın içinde çalışırken eve gitmeye korkuyorduk. İş dışında dinlenebileceğimiz yaşam alanları oluşturulması gerekirdi, yani söz verilen, sağlık çalışanları için otellerin ve lojmanların olması gerekirdi. Evdeki iş yükünün de üzerimizden alınması gerekirdi. Yalnızca evdeki erkeklerin iş yapmasını kastetmiyorum, sağlık çalışanlarının ev ve ev içi bakım işleri için bir hizmet verilebilirdi. Bu yoğun çalıştığımız süreçte daha fazla sağlık çalışanı işe alınmalıydı; ancak bu patronlar için daha fazla çalışan daha fazla maaş ödemesi demekti ve bu yüzden az kişiyle çok iş yapmak zorunda kaldık. Fakat hepsinden önemlisi desteğe en çok psikolojik alanda ihtiyaç duyuyorduk. Hiçbir şekilde bizimle empati kurulmadı. Bu zor koşullarda intihar etmeyi düşünen arkadaşlarımız oldu. Yoğun bakımda can çekişen hastalar için bir şey yapamıyorduk ve her gün hastalarımızı kaybediyorduk. Karantina koşullarından dolayı yakınlarını göremeyen hastaların elinden biz tutuyorduk. Kendimiz ve ailemiz için korkarken bir yandan da ülkenin geldiği hal yüzünden korkuyorduk ve merkezinde biz olduğumuz için bu durumu en yoğun biz yaşıyorduk. Dolayısıyla her şeyin yanı sıra sağlık çalışanlarına düzenli psikolojik destek verilmesi gerekiyordu.
KD: Bahsettiğin gibi sağlık emekçileri olarak yaşadığınız tüm bu zorluklar haklarınızı ve koşullarınızı gözeten birtakım düzenlemelerle hafifletilebilirdi… Ancak bunun için kârı değil insanı önceleyen ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir anlayış ekseninde politikalar üretilmesi gerekiyor ki mevcut uygulamalar bunun çok dışında. Bu samimi söyleşi için Kadın Dayanışması olarak sana çok teşekkür ederiz.