15 Temmuz’dan beri OHAL hukuksuzluğu ve KHK’lar rejimi hayatlarımıza çökmüş bir kabusa benziyor. Temel haklarımız gasp edilmiş durumda, sesimizi çıkardığımız alanlar daraldı, kazanımlarımız gün geçtikçe yok ediliyor. Yasalar OHAL’e teslim edildikçe, erkek şiddetine gün doğuyor.
İktidar 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında giderek artan baskıcı ve antidemokratik uygulamalar ile otoriter bir rejim inşa ediyor. Bunun yanı sıra, İslamcı-milliyetçi hezeyanları kışkırtarak etnik ve dinsel temelde toplumu kutuplaştırıyor. Toplum devlet eliyle travmatize edildikçe; toplumsal şiddet bilhassa erkek şiddeti olarak daha fazla palazlanıyor. Ve tüm bu olup bitenler kadınlara evde, sokakta, otobüste erkek şiddeti olarak geri dönüyor.
Başka türden bir şiddet de, savaş politikaları ile bizzat yürütülüyor. Bilhassa Temmuz 2015’ten beri Kürt illerinde sokağa çıkma yasakları ile sürdürülen operasyonlardan, yaratılan ırkçı-şoven ortamdan en fazla kadınlar etkilendiler. Evlerin, sokakların tahrip edilmesi sonucu yerinden edilen kadınların büyük kısmı kamplarda ağır yaşam şartlarına karşı aileleriyle birlikte mücadele veriyor. Aynı durum savaştan kaçıp bu topraklara sığınmak zorunda kalan Suriyeli göçmen kadınlar için de söz konusu. En ucuza çalıştırılan, ağır ve güvencesiz yaşam koşullarına mahkum edilen kadınlar şiddetin açık bir hedefi haline getiriliyor.
‘Artık konuşun…’
Otobüste giderken, şort giydiği için Abdullah Çakıroğlu’nun saldırısına uğrayan Ayşegül Terzi ne demişti: ‘artık konuşun, yoksa bu ülke kadınlar için cehennem olacak.’
Dönüp baktığımızda, son bir yılda kadın emeğini taşeronlaştıran, iş güvencesini ortadan kaldıran Kiralık İşçilik Yasası çıktı. Bu yasa ile birlikte, çalışma yaşamı kadınlar için daha esnek daha güvencesiz hale getirildi.
Muhalif yayınlar, televizyon kanalları karartıldı, Türkiye’nin ilk ve tek kadın haber ajansı kapatıldı. Kadın yazar ve gazeteciler tutuklandı. Üniversitelerde muhalif akademisyenler ihraç edildi. Diyarbakır, Şırnak, Mardin gibi belediyelere kayyum atandı, kadınların yerel yönetimlerdeki kazanımları yok edildi. Kürt kadın milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı, siyasi demokrasi hakkı fiili olarak geçersiz kılındı.
Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri hız kesmedi; ancak erkek yargı cephesinde değişen bir şey olmadı; erkek katilleri cezai indirimlerle ödüllendirilmeye devam edildi. Ancak sadece kadınların takip ettiği, dayanışmayla sürdürülen davalarda hakimler kadınların lehine kararlar aldı.
Hep birlikte…
Karanlık günlerin yalnızca bize denk geldiği sanrısına kapılmayalım; bu durum yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değil. Hatta biraya gelip, sesimizi yükselttikçe hayatın akışı tamamen değişebiliyor, bir kıvılcım yeter!
Birkaç hafta önce; Polonya’da 6 milyon kadın kürtajın ‘hayati tehlike durumunda dahi yasaklandığı, yapıldığı takdirde hapis yolunu’ açan yasayı hayatı durdurarak bertaraf etti. İzlandalı kadınlar erkeklerden yüzde 18 daha az kazanmalarına itiraz ederek ‘eşit işe eşit ücret’ talebiyle iş bıraktılar. Yine Arjantin’de ülke çapında binlerce kadın, kadına yönelik şiddeti meydanları doldurarak protesto etti.
Tarihsel olayların ve mücadelelerin bunu defalarca kanıtladığı gibi; girdiğimiz bu girdaptan birlikte çıkabilir; bu ülkedeki karanlığı ancak hep beraber bertaraf edebiliriz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma gününde işyerlerinde, okullarda, sokaklarda, meydanlarda beraber haykıralım:
Biz mücadele ettikçe, dayanıştıkça dünya değişecek. Biz birlikte, yan yana durduğumuz müddetçe kazanacağız!