Neoliberal politikaların sonucu olarak yıllardır maruz kaldığımız saldırılar, son zamanlarda yaşananlarla birlikte daha da sertleşti ve yaşam alanlarımızı sınırladı.
OHAL rejimi, muhalifleri ve kadınları sindirmek için bir fırsat olarak kullanılıyor. Kadınların yaşam tarzına müdahaleyi ve saldırıları meşrulaştırıcı söylemler artırıldı. Onlarca kadın, sadece görünüşleri rahatsız ettiği için sokaklarda saldırılara uğradı ve devlet, failleri kanatları altına aldı. Saldırganlara verilen bu güvenceyle, 2016 yılı 261 kadının öldürülmesiyle son buldu. Toplu taşımalar ve işyerleri dahil olmak üzere, onlarca kadın tacize ve tecavüze uğradı. Yüzlerce çocuk, çoğunluğu okullarında, cinsel istismara maruz kaldı. Devlet, bu saldırıları önlemek şöyle dursun, aktif olarak rol aldığı alanlarda bile kadınların ve çocukların cinsel saldırıya uğramasına göz yumdu. Cinsel istismarı meşrulaştıran ve tecavüzcüyü koruyan yasa tasarısı ortaya çıktı.
Failler, bin bir çabayla korunurken, saldırılarla mücadele edenler cezalandırıldı. Kadın dernekleri ve iletişim araçları, OHAL KHK’leriyle kapatıldı. Kadın hareketinde öncü haline gelmiş yazarlar, gazeteciler ve siyasetçiler tutuklandı.
Bu baskı ortamı, kadınlara karşı saldırıları meşrulaştırıcı yasal düzenlemeleri çıkarmak üzere bir fırsat olarak kullanıldı. Kiralık işçilik yasasıyla kadın emeği taşeronlaştırıldı, esnek ve güvencesiz çalışma olağan hale getirildi. Büyükanne maaşı vb. düzenlemelerle kadınlara yalnızca anne ve eş rolü biçildiği bir kez daha hatırlatıldı, eve hapsedilmesine zemin hazırlandı.
Kadınlar için yaratılan bu baskıcı ortamın, OHAL vb. yapay sebeplerden kaynaklanmadığını biliyoruz. Bunun kanıtı, yaşadıklarımızın örneklerini tüm dünya üzerinde görmüş olmamızdır. ABD’de, kadınların görevinin açıkça çocuk bakmak olduğunu söyleyen bir başkanın bulunması, Şili ve Polonya’daki kürtaj yasakları, Fransa ve İzlanda’daki eşit işe farklı ücret uygulamaları, kadın sorunun evrensel olduğunu bize bir kez daha gösterdi.
Tüm bu yaşadıklarımıza karşı, kadınlar, elbette ki seslerini yükseltmeye devam etti. Milyonlarca kadın, Trump’ın göreve geldiği gün, tüm dünya üzerinde sokaklara döküldü. Polonya’da kürtaj yasağı kadınların eylemleriyle geri çektirildi. Arjantin, Rusya, Meksika, Brezilya, İspanya ve Hindistan’da, kadınlar kendilerine yapılan saldırılara karşı mücadele ettiklerini haykırdı. Bu kez, sorunun evrensel olduğunun ve çözümün dayanışmadan geçtiğinin bilincinde olan kadınlar, uluslararası bir grev düzenliyor. “Silahımız dayanışmamızdır.” şiarıyla yola çıkan Arjantinli kadınların grev çağrısına biz de ses veriyoruz ve 8 Mart’ta Uluslararası Kadın Grevinde dayanışmayla taleplerimizi anlatıyoruz.
Bu yıl, yaşadığımız alanda, dayanışma içinde olmak bizim için çok farklı bir anlam daha taşıyor. Bugüne kadar, kadınların, yaşadıkları ülkelerde yaptıkları eylemlerle kamuoyu baskısı oluşturarak kazanım elde ettiklerini gördük. Türkiye’de de, kadınlar, cinsel istismar yasa önerisinin üzerine, alanlara çıkarak ciddi bir direniş gösterdi ve bu girişimi geri püskürttü.
OHAL koşullarında dahi bir gedik açılmasını sağlayan kadınlar, 25 Kasım’da alanlara çıkarak “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!” diyerek haykırdı. Kadınların bir araya gelerek gösterdikleri bu direniş örnekleri, devletin başlattığı saldırıların geri püskürtülmesinde şimdiye kadar hep işe yaradı.
Şimdi ise, kadınların yaşam alanlarının sınırlanması değil, tamamen yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bu tehlikenin nedeni ortada: tek adamlık rejimi! 16 Nisan’da oylamamıza sunulan Anayasa değişikliğine göre, artık tek bir adamın sözüyle kadınlara karşı saldırıları meşrulaştıran düzenlemeler çıkarılabilecek. Karşı çıkmak için bu tarihten sonrası çok geç olabilir.
Şimdiye kadar, meclis komisyonlarının, mahkemelerin üzerinde kadınların birleşerek kurdukları kamuoyu baskılarıyla kazanımlar elde ettik. Artık, kadınların eylemlikleriyle üzerinde kamuoyu baskı kurabildikleri mekanizmalar olmayacak. Tecavüzcüyü koruyan düzenleme bu kez, Cumhurbaşkanı Kararnamesi olarak karşımıza çıkacak ve bir daha geri dönüşü olmayacak. Bu sadece karşılaşabileceğimiz örneklerden bir tanesi… “Hayır!” demediğimizde kadınlar olarak şu an olduğundan çok daha fazla baskı ve sınırlamaya maruz kalacağız ve bu durum sıradan bir hal alacak. Bu nedenle bizler diyoruz ki:
Erkek egemen OHAL rejimine HAYIR!
Sokaklarda kadınların linç edilmesine HAYIR!
Tecavüzün meşrulaştırılmasına HAYIR!
Kadınların evlere hapsedilmesine HAYIR!
Devlet şiddetine HAYIR!