İstanbul Sözleşmesi 2011’de İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi toplantısında, hiçbir çekince koyulmaksızın ilk kez Türkiye tarafından imzalanmıştı. Bugün ise aynı iktidar tarafından kaldırılmak isteniyor. İktidarının son 10 yılında kadına yönelik şiddet 5,5 kat artmışken İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması dahi kabul edilemez. Haklarımız ve hayatlarımız için, İstanbul Sözleşmesi için geç kalmadan harekete geçelim!
İstanbul Sözleşmesi nedir?
“İstanbul Sözleşmesi’ olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi devletlere kadına yönelik şiddete dair önleme, koruma, kovuşturma ve politika üretme yükümlülüğü getiren ve bunları da kadın örgütleriyle koordinasyon içerisinde yapma mecburiyeti yükleyen bir uluslararası sözleşme. Şiddeti yalnızca dayaktan ibaret görmeyip, evli olsun olmasın/aynı evde yaşasın yaşamasın kadınların sürekli hakarete, aşağılanmaya ve sözlü şiddete maruz bırakılmasını, tacizle sindirilmeye çalışılmasını da şiddet biçimleri olarak ele alıyor ve devlete de şiddetin tüm biçimleriyle mücadele etme zorunluluğu yüklüyor.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olma imajının arka planında kocasından şiddet gören Nahide Opuz’un Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) kazandığı dava var. Türkiye bu davayı kaybederek Opuz’a tazminat ödemek zorunda kalmış ve şiddet gören kadını korumadığı için mahkûm olan ilk ülke olmuştu. Hatta dahası bu davada Türkiye’de yargı sisteminin kadına yönelik şiddeti teşvik ettiği tespiti yapılmıştı. Yani İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan olmak, AKP iktidarı için en başından bir gurur kaynağı olmaktan ziyade, bozulan prestijini düzeltmek için yaptığı bir hamle olmuştu. Nitekim ilk imzacı olmuştu olmasına ama İstanbul Sözleşmesi’ni kâğıt üstünde dahi yürürlüğe koyması 2014’ü bulmuştu. Sözleşmenin uygulanması, yürürlüğe girmesiyle de gerçekleşmedi. Opuz gibi şiddet gören birçok kadının çabası, avukatların diretmesi ve kadın hareketinin basıncıyla 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlüğe girebilmesiyle kısmen başarıldı ve hemen her ilde Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM’ler) kurulabildi. Sözleşmeye ve yasalara rağmen keyfi uygulama yapan polislere, hakimlere karşı kadınlar hâlâ direnmeye ve her fırsatta “İstanbul sözleşmesi tam uygulansın” talebiyle sokaklarda, adliyelerde sözleşmenin takipçisi olmaya devam ediyorlar.
Bugün İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olmasına rağmen kadın cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Katil erkekler Google’da “karımı öldürürsem ne kadar yatarım” aramaları, duruşmalarda beyaz gömlek giyerek cezasızlığın pazarlığını yapabiliyor. Çünkü AKP kâğıt üzerinde dahi olsa İstanbul Sözleşmesi’nin can sıkıcı yükümlülükleriyle uğraşmak istemiyor; ne sığınma evi için ne de ŞÖNİM’ler için bütçe ayırıyor. Polisinin, hakiminin, kendisine çalışan kamu görevlilerinin, erkeklere “hayır” diyebilmiş dirençli kadınlarca ifşa edilmesini istemiyor. Öte taraftan, dün İstanbul Sözleşmesi ile kadın düşmanı imajını silmeye çalışırken, bugün tarikatlar ve İslamcı cemaatlerden oluşan seçmen kitlesini konsolide etmeyi öncelikli görüyor.
Seçmen kitlesi nafaka ödemekle uğraşsın; vakıfların, derneklerin içindeki istismarlar açığa çıksın istemiyor. İstanbul Sözleşmesi’nde bir kere bile geçmeyen “eşcinsel evlilik” ve “LGBTİ+’lara özendirdiği” manipülasyonlarıyla kutuplaşma politikalarını canlandırıp kitlesini diri tutmaya çalışıyor. Çünkü AKP İstanbul Sözleşmesi’ni imzalarken de kadına yönelik şiddeti azaltmak istemiyordu ve bugün de kadına yönelik şiddetin azalacağı bir toplumun kendi siyasi planları ile örtüşmediği çok açık. Aksine, iktidarının en zayıf günlerini geçirdiği şu dönemde her zamankinden daha fazla biat eden, şiddet görse de isyan etmeyen, boşanmayı aklından geçirmeyen, maruz bırakıldığı hayat koşullarına itiraz etmeyen kadınlara ihtiyacı var. Bu durum sadece Türkiye’de değil, İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini açıklayan Polonya’da, sözleşmeyi asla uygulamayan Macaristan ve Bulgaristan gibi gerici iktidarlarla yönetilen ülkelerde de benzer. Çünkü dünya kapitalizmi ekonomik kriz koşullarında iktidarlarından eskisinden daha baskıcı, daha gerici ve muhafazakâr bir karakter kazanmasını talep ediyor. Trump Amerikası’nda da Erdoğan Türkiyesi’nde de kadın haklarına asla yer yok.
İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak hepimizin hayatlarına saldırıdır
En son Pınar Gültekin cinayetinde görüldüğü üzere, Türkiye’de kadına yönelik şiddet sadece kadınları ilgilendiren adli vakalar olmaktan çok uzakta. Kadına yönelik şiddet politiktir ve yakıcı bir toplumsal kriz haline gelmiş durumdadır. İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmak eşit, özgür ve adil bir ülkede yaşamayı isteyen herkes için çok temel bir meseledir. Bu nedenle, değil İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi, etkin bir şekilde uygulanması için herkesi sözleşmeye ve haklarımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz!