Feminist politika üretmek amacıyla 2017 yılında kurulan Antalya Feminist Kolektif, toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele ediyor ve kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti davalarını takip ediyor. Kolektif’le çalışmaları ve hem Türkiye hem de Akdeniz’de kadın hareketi üzerine görüşleri hakkında yaptığımız söyleşiyi okurlarımıza sunuyoruz.
Merhaba, öncelikle bize vakit ayırdığınız ve emek verdiğiniz için teşekkür ederiz. Biz Antalya Feminist Kolektif’i takip ettiği kadına yönelik şiddet davalarından, TCK 103 gibi platformlardan ve dahil olduğu kampanyalardan tanıyoruz. Şiddet, istismar gündemlerine günbegün verdiğiniz tepkiler, imzacı olduğunuz metinler üzerinden sizi takip ediyoruz. Okuyucularımıza kendinizi tanıtmak açısından Antalya Feminist Kolektif kimdir, ne zaman bir araya geldi, neler yapar kısaca bahsedebilir misiniz?
Feminist Kolektif, 2017 yılında feministler tarafından feminist politika üretmek ve aktivizm yapmak amacıyla kuruldu. Feminist Kolektif’te feminist politika ve aktivizm feminist yöntemlere dayalı olarak yürütülür ve kadınların özgür ve eşit koşullarda yaşadığı, toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılık ve erkek şiddetinden uzakta bir yaşam kurabilmeleri hedeflenir. Kolektif, adından da anlaşılacağı üzere yatay bir örgütlenme ile çalışır ve katılımcı bir karar alma mekanizması işletir. Erkek şiddetinin, toplumda kadınlarla erkekler arasında var olan eşitsizliklerden kaynaklandığını ve kadın dayanışmasını güçlendiren politikalar üretmek amaçlanır. Kadınların yaşadığı eşitsizliklere karşı mücadele etmenin gerekli olduğu düşünülür. Kadın örgütleri ile dayanışma içinde kampanyalar ve eylemlilikler yoluyla kadınların özgür ve bağımsız hayatlar kurabilmeleri için mücadele edilir.
Kolektif’te yaptığımız etkinliklerde kadınlar için daha pozitif bir ortam oluşturmak amacıyla bazı ilkeler belirledik. Bunları “evetler” ve “hayırlar” olarak ikiye ayırdık.
Hayırlar:
- Ayrımcı bir dil kullanmak
- Toplantılarda/etkinliklerde yapılan paylaşımları grup dışına taşımak
- Söz kesmek, söze müdahale etmek
- Yaş/deneyim vs. hiyerarşisi kurmak
- Hanım, hocam, abla, teyze, bayan gibi hiyerarşik ifadeler kullanmak
- Yargılamak, kınamak
- Saldırgan ya da çatışmacı bir dil kullanmak
- Bir fikri dayatmak, oylama yapmak
- Niyet okuması yapmak
Evetler:
- Ben dili ile konuşmak
- Duygularını ve düşüncelerini rahatlıkla ifade etmek
- Empati kurmak
- Dayanışma göstermek
- Açık bir iletişim kurmak, rahatsız olduğumuz şeyleri paylaşmak
- Eleştirmek ve eleştiriye açık olmak
- Gerektiğinde özeleştiri vermek
- Birlikte, konsensusla karar almak
- İkna etmek
- Yol vermek
- Yeni katılımcılara alan açmak
- Birbirimizi cesaretlendirmek
Aynı zamanda Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği’yle de ortak bir çalışmanız olduğunu biliyoruz. Burada neler yapılıyor?
Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği 2000 yılından beri Antalya’da kadına yönelik şiddetle mücadele eden bağımsız bir dernek. Amacı, şiddete uğrayan kadınlara hukuki ve psikolojik destek sağlamak ve aldığı başvurularda kadınlara ihtiyacı olan desteklere (sığınak, valilik, belediye vs.) ulaşmaları için yönlendirmede bulunmak. Hukuki ve psikolojik desteği de oluşturdukları gönüllü psikolog ve avukat ağıyla yapmaktadır. Aynı zamanda kadınları güçlendiren bilinç yükseltme faaliyetleri de yapmaktadır. Feminist Kolektif’teki hemen hemen her üyenin geçmişte dernekle bir şekilde bağı olmuştur ya da hâlâ bu bağ devam etmektedir. Birçok üyemiz aynı zamanda derneğin de üyesi, orada da faaliyet yürütmektedir. Dernek birebir şiddete uğrayan kadınlarla çalıştığı için başvuru alırken veya çeşitli destekler sağlanırken bazı eğitimlerden geçmeniz gerekmektedir. Bu sebepten biz, Kolektif’te şiddet başvurusu almıyor, bize gelen başvuruları derneğe yönlendiriyoruz. Kolektif de davaların politik eylemliliklerini örgütlemek ve görünür olmasını sağlamak konusunda çalışıyor. Bunun dışında mekân ve kaynak paylaşımı yapıyoruz. Ve son olarak, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nü Antalya’daki diğer kadın örgütlerinin de katılımıyla birlikte örgütlüyoruz.
Türkiye’de kadın hareketi denince merkez olarak akla genelde İstanbul ve Ankara gelir, ancak Antalya’da da güçlü bir kadın hareketinin olduğuna şahit oluyoruz. Özellikle sadece Antalya değil, Akdeniz’de de bir kadın dayanışması ağının kurulduğunu; İskenderun, Adana, Antalya gibi şehirlerdeki davaların da takip edildiğini görüyoruz. Akdeniz yeni bir merkez olabilir mi? Türkiye’de kadın hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akdeniz Bölgesi 2019 ve 2018 yıllarında en çok kadın cinayetinin yaşandığı ikinci bölge olarak kayıtlara geçmiş. 2020 yılında da benzer rakamlar söz konusu. Bu rakamların sadece basına yansıyan olaylardan derlendiğini, kamu makamlarının uzun yıllardır basına yansıyandan daha az sayıda kadın cinayeti sayısı açıkladığını belirtmeden geçmek olmaz. Akdeniz Bölgesi’ndeki bu artış uzun süredir bizi kaygılandırıyordu. Bu konuda bir şeyler yapabilmek istiyorduk. Çünkü öldürülen kadınlar ve geride kalan aileleri çoğunlukla ekonomik olarak dar gelirli oluyorlar. Bu da dava süreçlerinin yeterince sağlıklı bir şekilde takibini zorlaştırıyor. Az sayıdaki feminist duyarlılığı olan avukata çok iş düşüyor. Akdeniz Bölgesi’ndeki feminist avukatlar arasında böyle bir ağ kurarak, bilgi ve deneyim paylaşımı yapmak ve kıyıda köşede kalmış, konusu kadına yönelik şiddet olan ve kadınların hayatta kalmak için özsavunma yapmak zorunda oldukları davalara destek olabilmek amacıyla yola çıktık. Bu çabamızın yargıdaki eril bakış açısının bir nebze de olsa dönüşmesine katkısı olacağını umut ediyoruz.
Kadın mücadelesinde en acil gündemler ve talepler neler sizce?
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yürürlükte bulunan 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin acilen etkin ve bütüncül şekilde uygulanması; şiddeti önlemeye ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik olarak özellikle İstanbul Sözleşmesi’yle öngörülen mekanizmaların bir an önce devreye sokulması ve bunun için somut talepler içeren, kamuoyu baskısı oluşturmaya yönelik çalışmalar yapılması. Kamuoyuna kadına yönelik şiddetin sonlanamama nedeninin, yürürlükte olan 6284 sayılı kanun ve İstanbul Sözleşmesi’ndeki önleyici tedbirlerin kamu otoriteleri tarafından uygulanmaması olduğu konusunda bilgilendirmeler yapmak. Bunların yanı sıra kadına yönelik şiddet olaylarının özellikle sosyal medya aracılığı ile giderek daha çok görünür kılınmasına karşın aynı ivmede bir alışılmışlık/normalleştirme gelişiyor. Şiddetin pornografisine yol açan, yüzü gözü morluk içinde şiddet görmüş kadın fotoğrafları ya da anlatıları barındıran içeriklere karşı ortak tavır almalıyız. Şiddetin olağanlaştırılmasına karşı yeni politikalar üretmek zorundayız. Yürürlükteki kanunlar yeterli olsa da hukuk mekanizmalarının işletilmemesine, eril yargı pratiklerine karşın etkin mücadele yürütmeliyiz. Örneğin TCK 103’ün cinsel istismarcılara af getirecek şekilde değiştirilmesi gündeme geldiğinde veya Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını çekmesi hükümet tarafından gündeme alındığında kadın hareketi bu değişiklikleri etkin kampanyalarla önledi. Bu süreçlerde sadece kamuoyu oluşturmak yerine, bu alanda çalışan bizler etkin olarak uygulanmayan yasaların etkin uygulanması için iktidardan önce hamle yapmalıyız. Örneğin biz meclise bu gündemle gidebilmeliyiz. Bu politikaların öznesi ve belirleyicisi olmalıyız. Mücadelenin öznesi olarak hayatlarımıza ilişkin başlıkları, kampanyaları biz belirlemeliyiz.
Kadınların bir araya gelmeleri açısından eksik olan araçlar neler olabilir? Şu yapılabilirse daha güçlü oluruz dediğiniz alanlar, konular var mı?
Ulusal ve uluslararası alanda kadın örgütleri ve kadın hareketine dahil olan katılımcı gruplar arasındaki dayanışmayı ve işbirliğini arttıracak çalışmalar artırılabilir. Özellikle pandemiyle birlikte içinden geçmekte olduğumuz sürecin dayattığı yeni koşullar nedeniyle farklılaşan ve bütünsel bir bakış açısı gerektiren ortak sorun ve çözüm önerileri için özgün yaklaşım ve yöntemlerin tartışılıp belirleneceği geniş katılımlı platformların kurulması da çok önemli. Bu geniş katılımlı platformların olası toplantılarında feminist etik ilkelerin hayata geçirilmesine özen gösterilmesi ve katılımcılara bu ilkelerin toplantılarda nasıl yürütüleceğinin açıklanması toplantıların verimliliğini de artıracaktır. Feminist politika olarak belirlenen konuların dilinin hayatlarımıza dokunan mevzular ile özdeşleştirilmesinin sağlanması gerekiyor. Örneğin, cinsel şiddeti anlatırken, kadının eşi veya partneri ile cinsel periyodunun ne olduğu veya orgazm olup olmadığı gibi konulara girilebilmesi gerekir. Bu konulara da ilişkin söylemin ön plana çıkarılması ufuk açıcı olabilir. Cinsel şiddetin sadece tecavüz bağlamından çıkarılması bu şiddet türünün “gizli namus kavramı” üzerinden algılanmasını da engelleyecektir. Şiddetten korunmak için yapılması gerekenleri anlatırken kadının da özsavunması için yapması gerekenleri anlatan kitapçıklar hazırlamak, eğitimler vermek güçlendirici olabilir. Şiddet sarmalından kurtulabilmek için, şiddete uğradığımız evlere dönmek yerine, değişen dünyada olan örneklere yüzümüzü dönüp eko yaşamların örneklerini el ele kurabileceğimiz yüreklendirici çalışmalar yapmalıyız. Ekofeminizm kavramı üzerine daha çok düşünmeli ve “gidecek yerimiz, işimiz yok” paradoksunu doğanın içinde yeniden el ele bir hayat kurma pratiklerinin örnekleriyle umutlandırmalıyız. Öldürülen veya yok sayılan kadınların haberlerinin karşısına “şiddetten başarı ile çıkmış” örneklerin haberlerini çoğaltmalı, ön plana çıkarmalıyız.
Kadın hareketinde rol almak, dışarıdan bakıldığında çok sert ve çok fazla şiddete ve baskıya maruz kalmayı da getiriyor. Ancak sizin kadınların gündelik hayatına değen, keyifli ve motive edici etkinlikleriniz olduğunu biliyoruz. Bu konuda ileriye dönük planlarınız neler?
Kadınların birlikte mümkün olduğunca eğlenerek etkin katılımcı oldukları, süreçte birlikte öğrendiğimiz toplantılar yapmaya çalışıyoruz. Bu durum elbette bizleri hedef haline getirebiliyor, fakat toplumun bu ikiyüzlü tepkileri bizi rahatsız etmiyor açıkçası. Bize gelen tepkileri tanık oldukları şiddet olaylarına göstermelerini salık veriyoruz her defasında. Her gün üç kadının öldürüldüğü, onlarca kadının tacize tecavüze uğradığı, işyerinde mobbinge maruz kaldığı ve haklarını alamadığı bu dünyada gelen sert tepkiler bizi zaman zaman öfkelendiriyor elbette. Ama öfkemiz bizi daha da diri tutuyor, pes etmenin aksine daha da çok mücadele etmeye çalışıyoruz. Çünkü bunu başkalarını kurtarmak için yapmıyoruz; kendimiz için, birbirimiz için yapıyoruz.
Bir de devlet tarafından hedef haline getirilme durumu var ki bunu yaşamayan kadın örgütü ve hatta bireysel feminist kadın kalmadı sanırız. Patriyarkanın en büyük savunucuları erkek devletler. Bu yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Hukuk sisteminden toplum yapısına oluşturdukları bu erkek düzen bozulacak diye ödleri kopuyor. Bütün savaş politikalarını kadınların bedenleri üzerine kuruyorlar. Çünkü kadınların bedenlerini ve cinselliğini kontrol altına alırlarsa, inşa ettikleri erkekliklerini koruyabilecekler. O yüzden de var güçleriyle savaşıyorlar. Kadınlara yönelik yüzyıllardır devam eden topyekûn bir savaş var adeta, biz de bu mücadeleyi başladığımız ilk gün aldık kabul ettik. Baskı, sömürü, şiddet nereden gelirse gelsin, yan yana mücadele etmeye devam edeceğiz.
Kadın hareketi dünyada ve ülkemizde kendisini ileriye götüren devingen yapısı nedeniyle de sürekli büyüyor. Bu bağlamda kadın hareketine bu devingen yapısını kazandıran yeni teorik ve pratik tartışma ve yaklaşımlardan uzak kalmamak; yerel ve özgün deneyimlerimizi beslemek üzere feminist okuma ve tartışma etkinlikleri, bedenimizi tanıma veya cinsel haz atölyeleri gibi gündelik hayata değen ve feminist etik ilkeleri uygulama olanağı bulabildiğimiz toplantılar yapmak bunlar arasında olabilir.