2020 kadınlar için kolay bir yıl olmadı. Bir yandan iktidarların kadınların hak ve kazanımlarına dönük saldırıları, diğer yandan pandeminin ağır etkileri ve sonuçları nedeniyle zor ama mücadele dolu bir yılı geride bıraktık. Arjantinli kadınların 2020’nin son günlerinde elde ettikleri tarihi zafer ise hepimize büyük coşku ve umut verdi. Arjantin’de kürtaj hakkı; Yasal, Güvenli ve Ücretsiz Kürtaj İçin Ulusal Kampanya kapsamında on yıllardır süren ısrarlı mücadelenin sonucunda 30 Aralık’ta yasalaştı ve 24 Ocak 2021’de yürürlüğe girdi. Bu yasayla hamileliğin 14. haftasına kadar kürtaj olanaklı hale geldi. Binlerce kadının sağlıksız ve merdiven altı koşullara mahkûm edildiği, bu nedenle hayatını kaybettiği ve bedeni hakkında karar verebilme hakkından mahrum olduğu düşünüldüğünde bu kazanım, kadın hareketi açısından çok büyük bir öneme sahip. Bu zafer, son ana kadar sokakları terk etmeyen, haklarını hiçbir iktidarın veya hükümetin inisiyatifine bırakmayan ve yeşil fularlarını asla yere indirmeyen kadınların zaferi. Bu kazanımın ışığında Arjantin’de feminist mücadeleyi ve yükselen yeni dalgayı, Ulusal Kampanya’nın bileşeni olan ISADORA – Mücadeledeki Kadınlar’dan akademisyen Malena Lenta ve Sosyalist Sol’dan 2019-2020 Buenos Aires Bölgesi eski Milletvekili Mercedes Trimarchi ile konuştuk.
Öncelikle Arjantin iç siyasetine çok hâkim olmayan bizler için bir soruyla başlamak istiyoruz. Arjantin’de kürtaj hakkı neden bu kadar geç elde edildi? Bu karşıtlık hangi politik ya da sosyokültürel argümanlardan beslendi?
Mercedes: Öncelikle Kadın Dayanışması’nı selamlayarak söze başlamak istiyorum. Soruyu cevaplamadan önce Arjantin’de 70 ve 80’lerde ortaya çıkan 2. dalgadan bahsetmem gerekiyor. Latin Amerika’nın çoğu ülkesinde, özellikle de Arjantin’de 80’lere kadar hepimiz askeri diktatörlük rejimleri altında yaşadık. Dolayısıyla bu rejimler altında oldukça zor koşullardan geçerek pek çok hak kaybına uğradık. Bunlara üreme hakları ve cinsel haklar da dahildi.
Arjantin’de 1974 yılında Isabel Perón’un Peronist hükümeti kadınların kürtaj dahil üreme hakları ve cinsel haklarına dönük bütün haklarını ellerinden aldı. 1976 yılından itibaren kilise ile el ele ilerleyen bir devlet teröründen bahsedebiliriz. Üstelik bu durum daha sonra diktatörlükten demokrasiye geçişte de devam etti. Kilisenin politik ağırlığı demokrasiye geçişten sonra da olduğu gibi korundu. Kilise aynı zamanda devletten ekonomik destek de görüyor.
Bu koşullar altında, 2. dalga feminizm içerisinde kürtaj hakkını ve kadınlara yönelik diğer talepleri savunmak daha çok sola ait bir olgu olarak ortaya çıktı. Bu dönemde benim de üyesi olduğum Sosyalist Sol grubunun bir önceki partisi PTS (İşçilerin Sosyalist Partisi), kürtaj hakkını savunan ve başkanlığa kadın aday çıkaran tek partiydi. Dolayısıyla o dönemde kürtaj hakkının vazgeçilmez bir hak olduğunu savunan sadece Troçkist gelenekten gelen sol partilerdi. Bunun örneğini 2020’de yapılan oylamada da gördük. Şu an mecliste olan ve Sosyalist Sol’un da parçası olduğu Sol Cephe milletvekillerinin tamamı kürtaj hakkını destekleyen tek grup oldu. Yine bu oylamaya baktığımızda şu anda iktidarda olan Peronist partinin ve diğer burjuva muhalefet partisi milletvekillerinin pek çoğu bu hakkın karşısında oy kullandılar ve yasa birbirine yakın oylarla meclisten geçti. Özetlemek gerekirse, bu hakkın kazanılmasında önümüzdeki engellere bakarsak, öncelikle Peronizmi ve muhalefetteki burjuva partilerini görüyoruz. Önceki dönemde de askeri diktatörlüğü görüyorduk. Hem önceki dönemde hem de bu dönemde en büyük engellerden biri olarak, kadın hakları düşmanı ve politikada hâlâ daha büyük ağırlığı olan kiliseyi görüyoruz.
1980’lerden, yani diktatörlük rejiminden sonra feminist hareket tekrar yükselişe geçti. Bu yükselişe geçişte ilk taleplerden biri boşanma hakkıydı ve bu hak kazanıldı. Çok üstünde durulan diğer bir talep çocukların velayet hakkıydı ve bu da kazanıldı. Ama bu dönemde kürtaj hakkı feminist hareket içinde bile hâlâ bir tabu olmayı sürdürdü
Tüm bu atmosfere ve devletin, kilisenin saldırılarına karşı feminist hareketin de on yıllara yayılan mücadelesi söz konusu. Bu mücadelenin dönüm noktalarından biri de Kürtaj Hakkı İçin Ulusal Kampanya’nın örgütlenmesi oldu. Bu süreç nasıl başladı? Bu kampanya nasıl örgütlendi, hangi talep ve araçlarla ilerledi? Bu kadar geniş bir eylem birliği, böyle büyük bir seferberlik nasıl sağlandı?
Malena: Öncelikle ben de cevaba başlamadan önce hepinizi selamlamak istiyorum. Evet, dediğiniz gibi bu mücadele on yıllardır süren bir mücadele ve son aşaması 2005 yılında başladı diyebiliriz. Ve tabii ki Ulusal Kampanya’nın ortaya çıkışı bu mücadele için en önemli anlardan biriydi.
1980’lerden, yani diktatörlük rejiminden sonra feminist hareket tekrar yükselişe geçti. Bu yükselişe geçişte ilk taleplerden biri boşanma hakkıydı ve bu hak kazanıldı. Çok üstünde durulan diğer bir talep çocukların velayet hakkıydı ve bu da kazanıldı. Ama bu dönemde kürtaj hakkı feminist hareket içinde bile hâlâ bir tabu olmayı sürdürdü. Çünkü feminist harekete katılan kadınlar bile daha öncesinde burjuva partiler vs.den geldikleri için bu bir süre böyle devam etti. Kürtaj konusunda, daha doğrusu kürtaj hakkı konusunda bir komisyon olması talebiyle ortaya çıkan ilk kişi Troçkist bir militan olan Dora Coledesky idi. Bu komisyon daha sonrasında Ulusal Kampanya’ya evrildi ve bu evrilmede önemli bir payı olan, her sene Arjantin’de yapılan Kadınların Ulusal Buluşması’ydı. Ulusal Kampanya aslında bu buluşma içerisinde ortaya çıktı.
Ulusal Kampanya 2005’te kurulduğunda tek bir amacı vardı; o da kürtajın yasallaşmasıydı. Ulusal Kampanya’nın pek çok parçası vardı; burada bağımsız feministlerden bahsedebiliriz, sol örgütler, diğer politik örgütler ve organizasyonlar, sendikalar, düzen partilerinden kadınlar, sol partilerden kadınlardan bahsedebiliriz… Yani çok geniş bir yelpazeyi bir araya getirdi Ulusal Kampanya. Ve bunu da bir talep ve slogan etrafında yapabildi, o da sanırım hepimizin bildiği gibi “Karar vermek için cinsel eğitim, kürtaj olmamak için doğum kontrol yöntemleri ve ölmemek için kürtaj” şeklinde formüle edildi.
Tabii ki Ulusal Kampanya ortaya çıktıktan sonra “bu hakkı hepimiz istiyoruz ama bu hak nasıl kazanılacak” diye sürekli bir tartışma döndü. İçeride çoğunluk olan düzen partilerinin önerisi bunu kongreye taşımaktı ama şu şekilde: Birer birer milletvekilleriyle konuşmayı, kürtaj hakkını meclise bir konu olarak taşımaları için lobi yapmayı savunuyorlardı. Sol ve feminist kanat da buna karşı çıkıyor, daha doğrusu bunun dışında şunu söylüyorlardı: Hayır, bu hak sokaklarda kazanılır. Ve bu süreç ilk başta çok yavaş gelişse de kararlılık ve sabır sonucunda kürtaj hakkı talebi yavaş yavaş sokaklarda yükselmeye başladı. Ve bunun için çok önemli olan bir an, 2015 yılında ortaya çıkan mücadeleydi; kadınların erkek şiddetine karşı ortaya çıkardıkları Ni Una Menos, yani Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz mücadelesiydi. Bu mücadele, kürtaj hakkının kadınlar için vazgeçilmez bir hak olduğunu kadınlarla sokakta tartışmak için bize en büyük bağlamı sağladı.
Bir diğer önemli an da 2018 yılında bu konunun ilk defa kongrenin önüne gelmesiydi. Ama bunun olabilmesinin nedeni zaten feminist hareketin yükselişiyle ve Ni Una Menos hareketiyle kürtajın sokaklarda, okullarda, işyerlerinde, kadınların olduğu her yerde tartışılmaya başlamasıydı. Ve buradan Yeşil Dalga dediğimiz, kürtaj hakkı için olan hareket ortaya çıktı ve yükseldi. Zaten bu konu, hareketin yükselişiyle ve en büyük kazanımı olarak 2018’de ilk defa kongrenin önüne tartışılmak için gitti. Bu hareketin en büyük kazanımı o dönemde aslında kürtajın toplumsal olarak artık ceza kapsamından çıkmasıydı diyebiliriz. Bundan kastım kürtajın artık bir tabu, korku ya da utanç konusu olmaktan çıkması ve sokaklarda kadınların özgürce tartışabildiği, konuşabildiği ve yükseltebildiği bir talep haline gelmesiydi. Gördüğünüz yeşil fular da bu talebin ve bu mücadelenin sembolü oldu.
2020’deki zafer sürecine giderken ortaya çıkan en büyük talep ve slogan da şuydu: Kürtaj hakkı kongrede tartışılır ama sokaklarda kazanılır. Bu slogan içinden geçtiğimiz bu öğrenme ve mücadele sürecini çok güzel özetliyor. Ortaya çıkan bir diğer kampanya da yine 2018’de turuncu fular kampanyasıydı. Turuncu fular devlet ve kilisenin birbirinden ayrılmasını temsil ediyor. Bunun ortaya çıkış nedeni; parlamentodaki, yani meclisteki ilk kürtaj hakkı tartışmalarında kilise yanlılarının sergilediği kadın hakları karşıtı ve kadın düşmanı tavırlar ve söylemlerdi.
Bu noktada merak edilen bir konuya da açıklık getirebilirseniz çok seviniriz. Belirttiğiniz gibi yeşil renk kürtaj hakkı mücadelesinin sembolü oldu. Peki, yeşil dalgaya ismini veren yeşil rengin Arjantinli feministler için başka bir anlamı var mıydı, özellikle mi seçildi?
Malena: Yeşil rengin özel bir anlamı olduğunu söyleyemeyiz. Zaten bu konuda burada da neden yeşil olduğu konusunda farklı farklı efsaneler var. En bilinen efsane, 2013 yılında Ulusal Kampanya daha ortaya çıkmadan, bu kampanyayı önceleyen komisyonun ulusal kadın buluşmasına gidip bu konuyu gündeme getirdiklerinde konunun farkını öne çıkarmak adına bunu kıyafetlerinde temsil etmek istemeleri ve o anda ellerinde sadece yeşil bir fular olduğu için bunu kullanmaları. Aslında bir anlamı olmayan ama “bu vardı, bu oldu” gibi bir durum söz konusu. Daha başka efsaneler ve açıklamalar da var ama genel olarak “yeşilin bir anlamı var” üzerinden ilerleyen açıklamalar değil bunlar.
Bu yasanın geçmesi bir zaferdi. 2018 yılında yasa geçmediğinde bile “Bu bizim vazgeçilmez bir hakkımızdır” diyerek baskı uygulamaya devam eden feministlerin zaferiydi. Bunu da hem düzen partileri içerisinde kürtaj hakkı karşıtlarına hem de kilisenin yoğun baskılarına rağmen başardık.
Az önce kaldığımız yerden devam edersek… Bahsettiğiniz gibi bu yasa tasarısı 2018’de de kongreye gelmiş ancak senatodan geçmemişti. Ama bu moral bozukluğu yaratmadı, tersine kadın hareketi daha güçlü bir şekilde mücadelesine devam etti. Peki, 2020 kazanımını getiren ana faktörler neler oldu? Ayrıca Fernández de kendi tasarısını sundu. Bunun anlamı neydi ve bu, sonucu nasıl etkiledi?
Mercedes: Sizin de söylediğiniz gibi bu yasanın geçmesi bir zaferdi. 2018 yılında yasa geçmediğinde bile “Bu bizim vazgeçilmez bir hakkımızdır” diyerek baskı uygulamaya devam eden feministlerin zaferiydi. Bunu da hem düzen partileri içerisinde kürtaj hakkı karşıtlarına hem de kilisenin yoğun baskılarına rağmen başardık.
Devlet başkanı Fernández de kendi projesiyle ortaya çıktı. Bu proje, Ulusal Kampanya’nın yasa tasarısına alternatif, dolayısıyla ona rakip olarak ortaya çıktı. Ulusal Kampanya’nın yasa tasarısı, Malena’nın da söylediği gibi feministlerin, kampanya bileşenlerinin, her sene gerçekleşen ulusal kadın buluşmaları ortamında ortaya çıkardıkları ve bizim tarafımızdan yazılan bir yasa tasarısıyken Fernández bunun önüne alternatif bir yasa tasarısı sunmuş oldu. Dolayısıyla ikiyüzlü bir söyleme sahipti. Çünkü bir yandan “Bakın benim de bir yasa tasarım var, ben de kürtajı destekliyorum” gibi bir duruş sergilerken bir yandan da kadınlar tarafından Ulusal Kampanya kapsamında oluşturulan yasa tasarısını ortadan kaldırma amacı taşıyordu. Fernández öne sürdüğü yasa tasarısını aslında kürtaj hakkına karşı olan kesimlerle işbirliği içerisinde, onlarla müzakere ederek oluşturdu. Bu tasarı kürtaj hakkı açısından çeşitli engelleri de barındırıyordu. Bunlardan en önemlisi vicdani ret engeli. Buna göre doktorlar bireysel olarak kürtaj uygulamayı reddedebiliyorlar. Ama bunun dışında vicdani reddin kurumsal boyutu da var. Örneğin özel klinikler kürtaj hizmetini kurumsal olarak, topyekûn reddedebiliyor.
Hükümet ve düzen partileri “Eğer bu yasanın içinde vicdani ret olmasaydı yasa geçmezdi,” diyorlar. Biz de diyoruz ki bu bir saçmalık, çünkü zaten bu yasanın içine bunu siz koydunuz. Dolayısıyla böyle bir durum yok. Vicdani ret hakkının yasanın içinde olması hem bireysel hem de kurumsal olarak kürtajın kriminalize edilmesinin önünü açıyor, hem de kadınlar olarak haklarımızı kısıtlayabiliyor. Bu da aslında hükümetin Katolik kilisesiyle ve diğer kiliselerle yaptığı müzakerenin bir sonucu.
Bu vicdani ret maddesi kürtaj uygulamasını fiilen tehlike altında bırakabilir. Elde edilen kazanımların zamanla kaybedilmesi riskine karşı önümüzdeki süreçte kürtaj hakkının takibi ve korunması adına neler planlanıyor? Ve ayrıca pandemi koşulları ve artan yoksulluğun Arjantin’de kürtaj hakkı tartışmalarına ne gibi etkileri oldu?
Mercedes: Sizin de başlangıçta söylediğiniz gibi, bir yasanın geçmesi herkese aynı şekilde uygulanacağı ya da kâğıt üzerinde kalmayarak uygulamaya geçeceği anlamına gelmiyor. Özellikle de pandemi dönemini düşünecek olursak, şu an karşımızda oldukça güvencesiz olduğu ortaya çıkan bir sağlık sistemi var. Sağlık sistemi içerisinde oldukça düşük ücretlerle ve kötü koşullarda çalışan sağlık emekçileri var. Koşullar böyleyken de gerçekten sormak gerekiyor: Bu yasa geçti ama gerçekten uygulanabilecek mi?
Bizim Ulusal Kampanya olarak önerdiğimiz kürtaj yasa tasarısında vicdani ret maddesi yoktu. Bu Fernández’in yasa tasarısına, kürtaj hakkına karşı olan sektörlerle anlaşma halinde eklendi. Vicdani reddin olduğu ve geçen yasa tasarısı buydu. Ancak biz başından beri, bu alternatif yasa tasarısı ortaya atıldığından beri buna karşı çıktık. Burada şu ayrımı da vurgulamak gerekiyor. Bireysel olarak doktorların vicdani ret hakkı var ama kurumsal olarak bu hakkı kullanmak sadece özel kurumlarda geçerli. Yani devlet hastaneleri kurumsal olarak “Hayır, kürtaj yapmıyoruz” diyemiyor. Yine de mevcut durum, bu hakkın tam anlamıyla kazanıldığı anlamına gelmiyor. Bundan sonraki mücadelemiz iki aşamalı olacak. Birincisi, kürtaj yaptırmak isteyen kadınlara eşlik ederek devletin bu hakkı garanti altına alması konusunda baskı yapmak. İkincisi, daha genel ama tabii ki konuyla ilişkili olarak, tüm toplumsal sağlık sisteminin iyileştirilmesi, böylece bu hakkın uygulanabileceği koşulların yaratılabilmesi. Dolayısıyla bu hakkın herkes için eşit şekilde uygulanabilmesi yönünde mücadelemiz devam edecek.
Malena: Evet sizin de dediğiniz gibi pandemi aslında toplumsal hareketliliğin oldukça yüksek olduğu bir noktada ortaya çıktı. Yalnızca kadın hareketi değil, diğer hareketler ve hükümetlerin kemer sıkma politikalarına karşı yükselen hareketlerden de bahsediyorum. Ama pandeminin ortaya çıkışıyla, en azından ilk aşamada tüm bu sosyal hareketler duraksar gibi oldu. Ve hükümetler de pandeminin yarattığı bu durumdan yararlanarak; hem kadınların hem de emekçilerin haklarına çok daha fazla saldırmaya başladılar.
Yine kürtaj mücadelesi ekseninden bakacak olursak, bu süreçte pek çok ülkede nerede ve nasıl güvenli kürtaj yapılabileceğine yönelik web sitelerine erişim engellendi. Ya da evde hap kullanılarak kendi başına nasıl kürtaj yapılabileceğini açıklayan sitelere erişim engellendi. Bunun bir örneğini ABD’de gördük. Çeşitli eyaletlerde kürtaj topyekûn yasaklanmaya çalışıldı. Bir yandan da sağlık sistemi kriz içerisinde olduğu için, kadınların doğum kontrol yöntemlerine erişmeleri de oldukça zorlaştı ve dolayısıyla istenmeyen gebelikler arttı. Yine buna ek olarak, pandemi döneminde hane içinde şiddet, taciz ve tecavüz vakaları arttı. Sağlık sisteminin içinde bulunduğu ağır koşullar nedeniyle kürtaj çoğu durumda yapılmamaya başlandı ve acil müdahale olarak görülmeyerek bir kenara koyuldu.
Arjantin’de de bu söylediğime benzer bir tartışma yaşandı. “Şu an önceliğimiz kürtajı yasallaştırmak değil, şu an önceliğimiz pandemiyi çözmek” dendi. Ama bu süreçte de kadınlar illegal kürtaj yaptırdıkları için ölmeye devam ettiler. Ve kadın hareketi mücadeleyi burada bırakmadı. Kürtaj hakkının vazgeçilmez ve gerekli bir hak olduğu konusunda ısrar etti. Ve 2020’nin sonunda bu hakkı kazanmış olduk. Bunun için sokağa çıktık, sokağa çıkamadığımızda mücadele edebildiğimiz tüm alanlarda mücadele ettik. Sanırım mücadelemizin ve sokaklardaki hareketliliğimizin seviyesini pandemi öncesi seviyelere çıkartabildik. Ve hükümetlerin pandemi dönemindeki politikalarına karşı bir tutum alabildik. Bunun en önemli örneğini de bugün Şili’de yaşanan mücadelede görüyoruz.
Şu an farklı haklara yönelik birçok mücadele sürmekte ve ilerlemekte. Sadece kürtaj hakkı mücadelesi ya da kadın haklarına dönük mücadeleler değil. Dünyanın farklı yerlerinde insanlar emeklilik hakkı için, işten atmaların engellenmesi için, geçici sözleşmelerin iptal edilmesi ve kadroya geçiş için sokağa çıkıyorlar. Dolayısıyla biz bu toplumsal hareketlere ve bu hareketlerin yapabileceklerine güveniyoruz.
Kürtaj hakkı yasalaşmadan önce kürtaj oldukları/uyguladıkları için hapse atılan kadınlar ve sağlık emekçileri var mı? Varsa onlar için nasıl bir mücadele yürütülüyor?
Mercedes: Arjantin’de 1921 yılında geçen ve bu zaman değin değişmeyen ceza kanununa göre sağlık koşulları tehlikesi, hayatını kaybetme tehlikesi ve tecavüz sonucu olmadığı sürece kürtaj yaptırmak yasaktı. Bu yüzden yaklaşık 1500 kadın hapis dahil cezalar aldı. 2020 sonunda bu yasanın geçmesiyle beraber, bu ceza kanununda da revizyona gidilmesi gündeme geldi. Bu yüzden hapiste olan kadınların özgürlüğüne kavuşmaları için bir mücadele başladı ki bu da bizim devam edeceğini söylediğimiz mücadelenin bir parçası. Soruda da bahsettiğiniz gibi sadece kürtaj yaptıran kadınlar ya da kürtajı yapan sağlık emekçileri değil, evde kendi kendine kürtaj yapan kadınlar da ceza aldı. Dolayısıyla bu kadınların özgürleşmesi de mücadelemizin bir parçası olmaya devam edecek.
Bu tarihi kazanım sadece Arjantin değil, kürtajın yasak olduğu diğer Latin Amerika ülkeleri için de çok büyük bir anlam taşıdı. Bunun etkilerini Şili’de görmeye başladık bile. Sizce bu kazanım, bu deneyim bundan sonra diğer ülkelerde, özellikle Latin Amerika’da kadın mücadelesini nasıl etkiler? Şilili kadınlarla aktif bir dayanışma yürütüyor musunuz? Ve mücadele deneyiminize dayanarak biz Türkiyeli kadınlara neler önerebilirsiniz? Örneğin, Ulusal Kampanya çerçevesinde Katolik inanca sahip kadınlarla nasıl bir dayanışma örgütleyebildiniz?
Malena: Katolik kadınlarla nasıl dayanışabildiğimizden başlamak istiyorum. Ulusal Kampanya’nın içerisinde “Karar Verme Hakkı İçin Katolikler” diye bir grup da var. Bu noktada ilk olarak bunun bir inanç meselesi olarak tartışılması akla gelebilir ancak biz bu şekilde tartışmadık. Bizim Katolik kadınlarla tartıştığımız konu kurumların rolü oldu. Kurumların rolü derken de haklarımız ve yaşamlarımız üzerinde kurdukları baskılar çerçevesinde tartıştık kadınlarla. Bireysel inanç üzerinden tartışmadık çünkü biz de zaten bunu savunuyoruz, bireysel olarak herkes istediği inanca ve dine mensup olabilir. Zaten burada söz konusu olan, bizi baskıya uğratan ve haklarımızı elimizden alan kurumlar ve bu kurumların üzerimizde uyguladıkları baskılar.
Kazandığımız kürtaj hakkı gerçekten tarihsel bir haktı ve bizim için de oldukça önemli bir öğrenim süreciydi. Tek bir amaç için çok farklı perspektiften kadınlar nasıl bir araya gelip nasıl ilerleyebilirler meselesini öğrendik. Burada önemli olan, kadınların bir araya geldiklerinde, farklılıklarına rağmen, kurumların nasıl çalıştığını ve bunlara nasıl cevap verdiklerini görmeleriydi. Bu kampanya yükseldiği zaman kilise ve kürtaj hakkı karşıtı kurumlar kadınları üretim makinesine benzetmekten tutun köpeklerle bile kıyasladılar. Bunlar bile aslında bizim bireysel inançlarımızı ve pratiklerimizi bir kenara bırakarak, kurumların karşımızda aldığı pozisyona karşı nasıl ortaklaşıp örgütlenebileceğimiz konusunda bize çok şey öğretti. İmkânsız görüneni bu şekilde başarabilmiş olduk.
Bu bizim için önemli bir kazanımdı ve sadece kadın haklarını değil, pek çok hakkı da savunmamız için önümüzü açtığını düşünüyoruz. Kadınlar özelinde konuşursak, daha kazanacak çok şeyimiz var çünkü özellikle Latin Amerika olmak üzere pek çok yerde kadın cinayetleri, cinsel şiddet ve saldırılar var. Burada da kadınların emekleri sömürülüyor. Dolayısıyla hem kendi ülkemizde, hem kıtada, hem de uluslararası düzeyde bu kazanımımızın önünü açtığı mücadeleyi çok önemsiyoruz. Bunu şu kapsamda da görmek gerekli: Önümüzü açan mücadeleler derken verdiğimiz mücadeleler sadece kadın mücadelesi değil; aslında kemer sıkma politikalarına karşı da mücadele ediyoruz. Özellikle içerisinde bulunduğumuz pandemi ve ekonomik kriz ortamını ve bunun yarattığı açlık ve zorlukları düşünürsek şu an sadece kadın olarak değil, aslında emekçi olarak da örgütlenmemiz ve haklarımızı aramamız gerekiyor.
Diğer ülkelerle olan bağlantı ve dayanışmaya gelecek olursak, 28 Eylül Kampanyası adında bir koordinasyonumuz var. Bu, Latin Amerika’dan farklı ülkelerin, çeşitli örgütlerin içerisinde bulunduğu ve bizim Ulusal Kampanya’mızın da dahil olduğu bir koordinasyon. Bununla işbirliği içerisinde hareket ediyoruz. Kürtajın yasallaşması konusunda eylem birlikleri yapıyoruz, birbirimize destek veriyor ve dayanışıyoruz. Buna bir örnek olarak; Orta Amerika’daki çeşitli ülkelerde kürtajın yasallaşmasının öncesinde suç kapsamına girmemesi için kampanyalar yürütüyoruz şu anda. Buna, kürtaj olan kadınların hapse girmesine karşı mücadele de dahil. Bunun dışında, Isadora – Mücadeledeki Kadınlar olarak Şili’de ismi yine Isadora olan kardeş kadın örgütümüz var ve onlarla özellikle son dönemde içinden geçtikleri süreç kapsamında ortak eylemler düzenliyor, dayanışma gösteriyor, bildiriler yayınlıyoruz. Ve 2015 yılından beri uluslararası dayanışmanın arttığını söyleyebilirim.
Size neler önerebileceğimize gelecek olursak, sizin orada oldukça büyük baskılar altında mücadelenizi yürüttüğünüzün farkındayız. Bununla benzer şekilde, bu baskıların oldukça kritik olduğu bir dönem olarak buradaki diktatörlük dönemini düşünebiliriz. Burada size yalnız kalmamanızı ve bu baskılara karşı durmak için örgütlenmenizi ve bu örgütlenmeyi de bir program çerçevesinde yapmanızı, yani belirli taleplerle, belirli sloganlarla, belirli bir amaca yönelik olarak bu baskıya karşı çıkmanızı önerebilirim. Bu imkânsız değil. Motivasyonunuzu kaybetmeyin ve mücadelenize devam edin. Bundan 20-30 yıl önce biz kürtaj hakkını savunurken ve aslında bu konu hâlâ bir tabuyken biri bize kürtajın yasal olacağını söyleseydi ona kimse inanmazdı. Ama şu an geldiğimiz yere bakın. Tartışmaya, dayanışmaya ve örgütlenmeye devam ederseniz imkânsız diye bir şey olmayacaktır.
Bu dalga bulaşıcı bir dalga. Çünkü dünyanın başka bir yerinde ya da yakınımızda kadınların mücadele edip kazandıklarını görmek, bu mücadeleyi sürdürmek ve yükseltmek için bütün kadınlara umut veriyor.
Birçok ülkede kadın seferberlikleri yaşandı, yaşanıyor. Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya kadar birçok ülkede geçtiğimiz birkaç yıldır kadın hareketinde bir yükselişe tanıklık ediyoruz. Buradan hareketle, bunu kadın hareketi için yeni bir dalga olarak tarif edebilir miyiz? Buna 4. dalga diyebilir miyiz? Eğer öyleyse, bu yeni dönemin özgüllükleri neler? Arjantin’deki “yeşil dalgayı” bu açıdan bir 4. dalga hareketi olarak görüyor musunuz?
Mercedes: Evet dünya çapında oldukça fazla kadın hareketi görmekteyiz ve biz bunu 4. dalga olarak adlandırıyoruz. Yaklaşık 2015’ten beri burada (Latin Amerika’da) kadın cinayetlerine karşı başlayan Ni Una Menos hareketi; bu hareketin Meksika’da 2016 yılında oldukça yükselişe geçmesi; Avrupa’ya gidecek olursak, İspanya’da kadınların Manada olarak bilinen tecavüz davasında sokaklara dökülmesi; Kuzey Amerika’ya gelecek olursak, 2017 yılında kadınların Trump’ın seçilmesine karşı yürümesi; daha sonra ortaya çıkan ve uluslararası düzeyde koordinasyonu sağlanan 8 Mart kadın grevleri, feminist grevler… Bütün bunlara baktığımızda biz 2015’ten bu yana kadın mücadelesinde yeni bir aşama, yeni bir dalga olduğunu düşünüyoruz. Bu dalganın temelinin ve ortaya çıkış noktasının kadınlara yönelik tüm şiddet biçimlerine karşı uluslararası bir mücadele olduğunu düşünüyoruz.
Bunlara ek olarak belki şunu da eklememiz gerekiyor. Bu 4. dalganın sıçrama yaptığı anlardan biri “Me too” hareketiydi. Bu hareket Amerika’da Hollywood’da sinema sektöründeki insanlara karşı yapılan ifşalarla ortaya çıksa da, bu çok kısa bir süre içinde ulusal sınırları aşıp tüm dünyaya yayıldı ve sadece sinema sektöründe değil, kadınların içinde bulundukları tüm kurumları, her yeri kapsayacak bir harekete dönüştü. Tabii ki kadınların cinsel taciz ve tecavüze uğramaları yeni bir durum değil. Ama feminist mücadelenin ifşalar kanalıyla, bu durum karşısındaki suskunluğun da karşısında durması ve aynı zamanda ifşalara ek olarak ortaya çıkan “Sana inanıyorum kız kardeşim” şiarı da bu hareketin, bu dalganın bir parçası. Biri ifşa diğeri de ifşalardan sonra gelen “Sana inanıyorum kız kardeşim” şiarının yükseltilmesi olmak üzere ikisi birbirinden farklı ama birbirini tamamlayan çok önemli faktörler.
Bu bağlamda, evet, yeşil dalgayı da 4. dalganın bir parçası sayabiliriz. Çünkü Malena’nın da dediği gibi, bundan 5-6 sene önce kürtaj yasallaşır mı, yasallaşmaz mı diye düşünseydik kesin yasallaşır diyemezdik belki. Bir de özellikle Arjantin’den bahsediyoruz; Papa’nın da Arjantinli olduğunu düşünürseniz, bütün Vatikan’ı arkasına almış bir ülkede kürtajın yasallaşmasından bahsediyoruz. Bunun kazanılması Arjantin’de 4. dalganın yükseldiğini ve mücadele verildiğini çok açık bir şekilde gösteriyor ama sadece Arjantin’de değil, her yerde kadın mücadelesi yükseliyor. Bu sadece kürtaj kapsamında da değil; kadınlar kadın cinayetlerine karşı, kadına yönelik şiddete karşı, demokratik hakları için sokağa çıkıyorlar. Kendi bedenleri üzerinde karar hakkına sahip olmak için sokağa çıkıyorlar. Farklı ülkelerde kadınlar eşit işe eşit ücret demek için ya da işyerinde uğradıkları ayrımcılığa karşı sokağa çıkıyorlar. Dolayısıyla diğer ülkelerde de bu yükselişin ve aslında yeşil dalganın yansımalarını görüyoruz. Çünkü farklı ülkelerde de yeşil dalga hareketleri ortaya çıkmış durumda.
Son olarak da şunu söyleyebilirim, bu mücadele bulaşıcı bir mücadele. Bu dalga bulaşıcı bir dalga. Çünkü dünyanın başka bir yerinde ya da yakınımızda kadınların mücadele edip kazandıklarını görmek, bu mücadeleyi sürdürmek ve yükseltmek için bütün kadınlara umut veriyor. Burada sadece kürtajın yasallaşması için olan mücadeleden bahsetmiyorum. Dünyanın farklı yerlerinde kadınlar pek çok farklı şey için sokağa dökülüyorlar. Burada önemli olan bir şey de, yine sadece kadın hakları için değil kemer sıkma politikalarına karşı da sokağa çıkan kadınlar olması. Bu politikalar kadınları erkeklere kıyasla çok daha fazla etkiliyor. Bunun bir örneğini Arjantin’de demiryolu işçisi kadınların mücadelesinde görüyoruz. Demiryolu işçisi kadınlar işyerinde uğradıkları ayrımcılığa karşı mücadelelerini sürdürüp sokağa çıkıyorlar. Erkeklerle aynı iş kategorisine sahip olabilmek, onlarla aynı işi yapabilmek, eşit işe eşit ücret veya işyerinde herhangi bir şekilde cinsel taciz ya da tecavüze uğradıkları zaman uygulanması gereken yaptırımlar için mücadele etmek gibi… Onların bu mücadeleleri bizim de sokaklarda kalmamızın ve mücadele etmemizin önünün açıyor ve bizi motive ediyor.
Biz inşa etmeye çalıştığımız kadın mücadelesinin, kadınların özgürleşebilmeleri ve bu mücadelenin uluslararası çapta büyüyebilmesi için sadece erkek egemen sisteme karşı değil, aynı zamanda kapitalizm karşıtı da bir mücadele olması gerektiğini savunuyoruz. Çökecekse bu iki sistem beraber çökecek diyoruz.
Mercedes az önce bu yeni dalgayı kadınlara yönelik tüm şiddet biçimleri karşısında uluslararası bir mücadele olarak tanımladı. Peki kadınların bu uluslararası mücadelesini güçlendirmenin yolları, araçları neler olabilir? Isadora olarak belli kampanyaların da içerisinde ve örgütleyicisi olduğunuzu biliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Elbette bu hareket özellikle kapitalist hükümetlerin saldırılarına, ekonomik ve cinsel şiddete karşı da ortak bir paydada buluşuyor. Peki bunu güçlendirmek için araçlar, talepler, yollar neler olabilir?
Malena: Evet sizin de dediğiniz gibi dünya çapında yükselen bir kadın mücadelesi var ve bu mücadeleyi ortaklaştırmak, enternasyonal hale getirmek önemli. Aslında bunun için önümüzde 2017’den beri örnekler var. Bu konuda yapmamız gereken şeylerden biri tartışmaya devam etmek. Mesela biz bu yükseltilmesi gereken, inşa etmeye çalıştığımız kadın mücadelesinin, kadınların özgürleşebilmeleri ve bu mücadelenin uluslararası çapta büyüyebilmesi için sadece erkek egemen sisteme karşı değil, aynı zamanda kapitalizm karşıtı da bir mücadele olması gerektiğini savunuyoruz. Dolayısıyla burada, Arjantin’de eğer çökecekse bu iki sistem beraber çökecek diyoruz.
Arjantin’deki birkaç kazanımda gördüğünüz gibi pek çok farklı talebi kazanabiliriz kadınlar olarak. Bu kürtaj hakkı da olabilir, zamanında kazandığımız boşanma hakkı da olabilir, farklı bağlamlara bakacak olursak kadınların araba kullanma hakkına sahip olmaları bile olabilir sadece. Yani böyle tekil talepleri kazanabiliyoruz ama şunu da biliyoruz ki bu tekil taleplerde elde ettiğimiz kazanımların hiçbiri aslında kapitalizmin krizi devam ettiği sürece sürdürülebilir olmayacak. Dolayısıyla kapitalizm karşısında kadınlar olarak bir emekçi mücadelesini de yükseltmemiz gerekiyor ki kapitalizmin ve çokuluslu şirketlerin bizi sömürmesine ve kadınları ekstradan sömürmesine tam anlamıyla dur diyebilelim, bunun önünü kapatalım. Bu noktada da öne çıkarttığımız en büyük talebimiz şu: Krizin faturasını emekçiler ve kadınlar ödemesin.
Bu sorduğunuz soru kapsamında, bu hareketi nasıl inşa edebiliriz, neler yapabiliriz, nasıl ilerleyebiliriz, özellikle bu içerisinden geçtiğimiz pandemi sürecinde uluslararası kadın hareketini nasıl inşa edebiliriz soruları üzerinde de yavaş yavaş düşünmeye başladık 8 Mart çerçevesinde. Bu noktada bizce yapılması gereken sadece erkek egemen sistem karşıtı değil aynı zamanda kapitalizm karşıtı, ırkçılık karşıtı, emperyalizm karşıtı taleplerle bu inşayı sürdürmek ve uluslararası kadın mücadelesini yükseltmek. Dolayısıyla bu mücadeleye sadece feminist bir açıdan değil aynı zamanda sosyalist bir açıdan da bakmak gerektiğini düşünüyoruz ve bu şekilde bakıyoruz. Rosa Luxemburg’un da dediği gibi “toplumsal olarak eşit, insan olarak farklı ve tam olarak özgür kadınlar” olmak istiyoruz.
Kadın cinayetlerine karşı ulusal bir acil durum ilan edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hükümetten kadına yönelik şiddeti engellemek ve şiddet tehdidi altında olan kadınları korumak için bütçe talep ediyoruz. Kadın cinayetlerinden sadece bu kadınların eski kocaları, partnerleri, babaları, abileri sorumlu değildir; bu cinayetlerden hükümet de sorumludur.
Kadın cinayetlerine, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete ve tacize karşı neler yapıyorsunuz? Bunlar için nasıl bir planlama yapılıyor ve ne gibi taleplerle ilerleniyor?
Malena: Kadın cinayetlerine karşı olan mücadele özellikle 2016 yılından beri oldukça önemli ve yükselen bir mücadele. Bu da zaten Ni Una Menos kampanyasıyla ön plana çıktı. Bir kadın daha eksilmeyeceğiz demek, bir kadının daha erkek şiddeti yüzünden ölmesini istemiyoruz demek. Kadın cinayetleri konusunda elimizde resmi veriler yok. Resmi olmayan verilere bakacak olursak Arjantin’de kocası, partneri, eski kocası veya aileden herhangi biri ya da herhangi bir erkek tarafından sırf kadın olduğu için günde en az bir kadın öldürülüyor diyebilirim.
Bu yüzden öncelikle yaptığımız şey sokağa çıkmak. Her kadın cinayeti yaşandığında ve bu konuda bir adalet arayışı olduğunda sokağa çıkıyoruz. Buna ek olarak çok önemli olan bir diğer şey, kadın cinayetleri olduktan sonra sokağa çıkmak değil, kadın cinayetlerini önlemek için bir baskı uygulayabilmek ve mücadele edebilmek. Bu noktada kadın cinayetlerine karşı ulusal bir acil durum ilan edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hükümetten kadına yönelik şiddeti engellemek ve şiddet tehdidi altında olan kadınları korumak için bütçe talep ediyoruz. Kadın cinayetlerinden sadece bu kadınların eski kocaları, partnerleri, babaları, abileri sorumlu değildir; bu cinayetlerden hükümet de sorumludur.
Şu an mecliste milletvekili bulunan sol partiler ve cepheler olarak şöyle bir proje önerdik: Kadınların içinde bulundukları şiddet çıkmazından çıkabilmeleri için sığınma evleri açılması, kadınlara ekonomik destek ve kira desteği gibi yardımların sağlanması. Tabii tüm bunlar için bütçe gerekiyor ve var olan bütçenin artırılması gerekiyor. Aynı zamanda okullarda feminist bir bakış açısıyla verilecek cinsel eğitime de bütçe ayrılmasını talep ediyoruz. Bu göreceli olarak Arjantin’de var ancak bunun geliştirilmesi ve iyileştirilmesi gerekiyor. Tüm bunları sadece mecliste değil, sokaklara çıkarak da talep ediyoruz. Bu açından bizim için en önemli iki tarihten birincisi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. İkincisi ise 3 Haziran Ni Una Menos kampanyasının başlangıç tarihi.
Mercedes ve Malena, ikinize de sürece dair verdiğiniz bilgiler ve değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ediyoruz. Kadın Dayanışması olarak bu paylaşımlara çok önem veriyoruz. Bunu sadece bir deneyim aktarımı olarak görmüyoruz, aynı zamanda mücadelenin ortaklaştırılması ve ortak kampanyaların örgütlenebilmesi adına da bu paylaşımların çok önemli bir işlevi olduğunu düşünüyoruz. Sizlerin son olarak eklemek istediğini bir şey var mı?
Mercedes: Ben öncelikle bu söyleşiyi organize ettiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum. Konuştuğumuz gibi tüm dünyada kadınların sorunları ortak. Bir yandan erkek egemen sistem bizi sırf kadın olduğumuz için erkeklerle eşitsiz bir konuma iterken, diğer yandan kapitalist sistem maruz kaldığımız bu eşitsizliği ve sömürüyü derinleştiriyor ve ağırlaştırıyor. Bu açıdan önümdeki görev çok zorlu ama acil. Bu iki sisteme karşı beraberce mücadele etmek. Yasasın uluslararası feminist mücadelemiz!
Malena: Ben de Mercedes’e katılıyorum ve öncelikle bu söyleşiyi organize ettiğiniz için size teşekkür ederim. Erkek-egemen sistemi ve kapitalist sistemi beraberce çökertelim. Önümüzde önemli bir tarih duruyor o da 8 Mart. 8 Mart’ta kapitalist ve kemer sıkmacı hükümetlere karşı, bu hükümetlerin krizin faturasını bize ödetmesine karşı, kadın cinayetleri karşısında sessiz kalmaların karşı mücadelemizi yükseltelim. Bunu şuan sınırlı koşullarda yapabiliyoruz ama umarım ilerde pandemi geçtiğinde dünyanın bir yerinde yüzyüze bir araya gelme fırsatını da bulabiliriz.