Yaz aylarında İstanbul Sözleşmesi daha henüz tartışmaya açıldığında binlerce kadın sokaklara döküldük. Türkiye çapında pek çok ilde “İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmayı bırakın, etkin uygulayın” diyerek günlerce ses çıkardık. İstanbul Sözleşmesi aleyhine her haber çıktığında daha da büyüdük, güçlendik; her eylemde yeni insanlarla tanıştık, tencere tava çalarken kendi mahallemizle, komşumuzla kaynaştık. 20 Mart gecesi Tek Adam rejimi bir fermanla sözleşmeyi feshettiğini açıkladığında ise biz zaten birbirimize çoktan kenetlenmiştik. Haklarımız da İstanbul Sözleşmesi de sahipsiz değildir! İstanbul Sözleşmesi; hayatları, hakları için mücadele eden kadınların ve LGBTİ+’larındır!
Neden şimdi?
İktidar sözleşmeden geri çekilmeyi aylardır istiyordu, zaten imzalamayı da hiç istememişti ki! AİHM kararı ile mahkûm edilip kınandıktan sonra hükümet, kadına yönelik şiddetle mücadeleyi AB karşısında bir proje haline getirerek, itibarını toparlamak için sözleşmeyi vitrin olarak kullanmıştı. Dolayısıyla bugün çekilme kararı da hiç şaşırtıcı değil. Çünkü İstanbul Sözleşmesi sadece şiddete uğrayan kadınları korumaya yönelik değil, aynı zamanda kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik her türlü şiddeti önlemeye ve ortadan kaldırmaya yönelik bir toplumsal inşayı öngören bir sözleşme. Bunun için de sığınmaevlerine bütçe ayırmak, şiddete uğrayan kadın ve LGBTİ+’lara yaşama, çalışma haklarını sağlamak ve failleri gerçekten cezalandırmak gerekiyor. Başından beri muhafazakâr ve neoliberal politikalar ekseninde kurguladığı rejimini ilerletmek adına toplumsal cinsiyet eşitliğinin karşısında duran, her fırsatta kadınların kürtaj vb. kazanılmış haklarına yönelik gerici hamlelerde bulunan, kadın ve trans cinayetlerini ve erkek şiddetini cezasızlık politikaları ile teşvik eden bir hükümetin İstanbul Sözleşmesi’ni tutacak kadar kaygılanacak, kaybedecek bir itibarı da zaten yok.
İstanbul Sözleşmesi tartışmalarını genel politik atmosferden bağımsız düşünmek imkânsız. Fesih kararının arkasında gitgide güçsüzleşen, ittifaklarını yitiren ve toplumsal muhalefetçe sıkıştırılan, yönetemeyen bir Tek Adam rejiminin, dinci ve milliyetçi güç odaklarıyla ittifakını sağlamlaştırma kaygısı olduğunu söyleyebiliriz. Aynı Ayasofya’nın ibadete açılması meselesinde olduğu gibi. Dolayısıyla zamanlamayı iktidarın kendi rejiminin sınırları çerçevesinde artık engelleyemediği ekonomik yıkım, giderek kaybedilen toplumsal rıza ve iyice belirginleşen yönetme beceriksizliği karşısında en gerici ve baskıcı unsurlara dayanarak iktidarının ömrünü uzatma çabası çerçevesinde okuyabiliriz.
Aynı zamanda, kadınlar ev içinde en yakınları tarafından öldürülmeye devam ederken, sözleşmeyle ilgili hemen her tartışmada “Kadın güçlü olursa aile de güçlü olur” türü muhafazakâr söylemler ve 2023 manifestosu için ilan ettiği gibi merkeze kadını değil, kadına tahakküm üzerine kurulu aileyi alan ifadeler ise kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin iktidar açısından hem politik hem ekonomik olarak ne denli maliyetli olduğunu açığa çıkarıyor! Tek Adam rejimi için, ekonomik kriz koşullarında kadınlara ev içi emek köleliğini, ömür boyu bakıcılığı, şiddeti ve baskıyı reva gören bugünkü aile düzenini korumak her zamankinden daha gerekli. Ayrıca bu yöntem, artan kadın işsizliğini ev içinde gizlemeyi kolaylaştırıyor. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşme için sokakları terk etmeyen kadın hareketinin iktidara neden bu kadar rahatsızlık verdiğini bu koşullarla net anlayabiliriz.
Fesih kararı yalnızca kadınlara dönük bir saldırı değildir
Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’ni fesih kararı yalnızca kadınlara ve LGBTİ+’lara değil, temel hak ve özgürlüklerini kullanmak; eşit, özgür ve şiddetten uzak bir yaşam sürmek isteyen herkese karşı bir saldırıdır. Tek Adam rejimi toplumsal meşruiyetini kazanana kadar Kürtlere, kadınlara, öğrencilere, doğaya, kültüre, bilime ve emeğe saldırmaya devam edecek; tabiri caizse başı kesik tavuk gibi önüne çıkan herkese çarpacak ve can verene kadar ne kazanılmış haklarımıza dönük saldırılar ne de genel olarak muhalif kesimlere dönük artan baskı ve uygulamalar bitecektir.
Maruz kaldığımız siyasi ve ekonomik baskıların sona ermesinin tek yolu, erkek egemen kapitalist sistemle mücadeleden geçiyor. Biz kadınlar, mücadelelerle kazanılmış hakların bir oldubitti ile yok sayılmaması için, İstanbul Sözleşmesi, haklarımız ve hayatlarımız için mücadelede ısrar edeceğiz! Ve aynı ısrarı toplumun hakları ve iradesi yok sayılan tüm kesimleri olarak gücümüzü ve mücadelelerimizi birleştirme noktasında da göstermemiz gerekiyor.