Merhaba Kadın Dayanışması okurları, ben İpek. Pandemi sürecinde evden çalışmaya geçen bir ofis çalışanıyım. Yaşadıklarımdan yola çıkarak, pandemi sürecinin etkilerine ilişkin görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını yaşamlarımızı hâlâ tehdit ediyor. Geçen sürede bunun ağırlığını en çok biz kadınlar hissettik. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği koşullarında pandeminin ağır yükü sırtımıza yüklendi. Salgınla mücadele için yeterli koşulların yaratılamamasından kaynaklı bazı sektörlerde çalışma düzenlerinde değişikliklere gidildi. Uzaktan çalışabilme imkânı olan sektörler topyekûn evden çalışmaya geçti. Benim çalıştığım işyeri birkaç ay hariç 2020’nin büyük bir kısmını evden çalışmayla geçirdi ve hâlâ evden çalışmaya devam ediyoruz. Evden çalışacağımız duyurusu yapıldığı an açıkçası hepimiz sevinmiştik. Çünkü en azından kendimizi salgından koruyabileceğimizi düşündük. Evet, kendimizi salgından korumuştuk fakat evden çalışmanın bizim için daha fazla risk taşıdığını yaşayarak öğrenmiş olduk.
Bu yeni çalışma düzeni hakkında en ufak bir düşüncemiz yoktu. İşyerinden sadece masaüstü bilgisayarlarımızı alıp eve geçtik. Evlerin ofis ortamına dönüştürülmesinin maddi yükü bizler tarafından karşılandı. Yol, yemek haklarımız nasıl olsa evdesiniz denerek gasp edilmiş oldu. Peki, artan gıda ve fatura masrafları ne olacaktı? Bunun cevabını vermediler ya da vermekten kaçtılar. Aynı gemideyiz denerek tüm sorumluluk biz işçilerin sırtına yüklendi. Zaten ağır olan yaşam koşulları bu çalışma düzeni içinde iyice ağırlaşmış oldu. Bunlara, artan ev içi emek yükü de eklenince iyice içinden çıkılmaz bir duruma geldi. Ev işleri, çocuk bakımı ve ücretli işinizin sınırları ortadan kalkmış oldu. Her şey iç içe geçti ve bu kadar sorumluluğun arasında sosyal hayata ayırabilecek bir vakit de kalmadı. Evler resmen bizler için birer hapishane haline geldi. İlk önce çalışma saatlerimiz uzadı. Bitmek bilmeyen raporlar, hafta sonları bile erişilebilir olmak, hayatımızın 24 saatinin iş ve ev yükü arasında sıkışıp kalması demekti. İş hayatının evlere taşınması psikolojik olarak bizi olumsuz yönde etkiledi. Kendimizi bir anda çıkmazın içinde bulduk. Molalarımız kendimizi dinlendirme saati olmaktan çıktı; ev işlerini yapma, çocukların ihtiyaçlarını karşılama haline dönüştü. Ev işlerine ayırdığımız zamanı, dinlenme sürelerimizden kullanmaya başladık ve kendimize ayıracağımız bir zaman dilimi neredeyse kalmadı. Ayrıca kadınlar, işlerini kaybetme korkusuyla daha çok iş yükünün altına girdiler ve tükenmişlik sendromları gösteriyorlar.
Bu sorunların çoğunu hepimiz biliyor ve yaşıyoruz. Uzun uzadıya yazılacak daha birçok şey var biliyorum ve elbette sorunları konuşmak çok önemli; fakat geldiğimiz noktada çözümleri düşünmek ve buradan taleplerimizi duyurabilmek daha da kıymetli geliyor bana. Evden çalışma koşullarının tüm çalışanların, özellikle de kadın çalışanların haklarının gözetilerek yeniden düzenlenmesini talep etmemiz gerekiyor. Ev işlerinin ve çocuk bakımının sadece kadınların sorumluluğu olarak görülmemesini, tüm aile bireyleri arasında eşit biçimde sorumluluk alınarak paylaştırılmasını ve hatta bu hizmetlerin toplumsallaştırılması için düzenlemeler yapılmasını talep etmeliyiz. Yaşam alanlarımız ortaksa sorumluluklarımız da ortak olmalı.