Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Irmak Saraç ile 28 Mayıs Kadın Sağlığı Hareketi Günü vesilesiyle Türkiye’de kadın sağlığı ve sağlık hizmetleri üzerine konuştuk.
Söyleşi: Cemre İlkan
Merhaba Irmak, bugün kadın sağlığı dediğimizde daha çok üreme sağlığından bahsedildiğini, hizmetlerin de daha çok doğurganlık odaklı olduğunu görüyoruz. Erkek egemen sistemin beslediği bu anlayış karşısında sen bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olarak “kadın sağlığını” nasıl açımlarsın?
Dünya Sağlık Örgütü sağlığın tanımını; fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan iyi olma hali olarak tanımlıyor, ama genel olarak sağlığa bakış açısı hastalıkların tedavisi yönünde oluyor. İlk anlayışta birinci basamak yani koruyucu sağlık hizmetlerinin ön plana çıkması; sağlığın hasta olmamak üzerine kurgulanması gerekir. Aşılama, çevre sağlığı, beslenme eğitimleri, sigarayı bıraktırma, egzersize teşvik etme vb. bu sağlıklı kalma haliyle ilişkilidir. Tüm bunlara bütüncül olarak bakılması gerekir ancak sistem, özelleştirmelerin de etkisi ile koruma değil tedavi üzerine kurulu bir sistem haline dönmüş durumda ve koruma önlemleri ikincil planda kalıyor.
Bu tabii ki kadın sağlığı için de geçerli. Tabii ki üreme sağlığı, cinsel sağlık bunun önemli bir parçası ama aynı şekilde ev içindeki, işyerindeki koşulları, bu koşulların fiziksel ve psikolojik sağlığına etkileri de belirleyici. Hangi şartlarda yaşıyor? Düzgün beslenebiliyor mu, iyi uyuyabiliyor mu, ne kadar hareket edebiliyor, ne kadar dinlenebiliyor… Mesela pandemi sürecinde bunu açıkça gördük, sosyoekonomik olarak daha zor durumda olan insanların yaşadığı bölgelerde COVID-19 çok daha fazla görüldü. Çünkü daha kalabalık ev ve mahallelerde daha yakın temaslı yaşıyorlar, toplu taşımayı daha fazla kullanıyorlar, işyerlerinde gerekli tedbirler alınmıyor vb. Sağlığa bu şekilde bütüncül bakmak gerekiyor.
Gebeliği önleyici yöntemler cinsel sağlık ve üreme sağlığının da aslında vazgeçilmez bir parçası. Biz sağlık hizmeti derken de en temelde bu haklara ulaşabilme durumundan bahsediyoruz.
Bu perspektifle ele aldığımızda bütüncül bir sağlık hizmeti neleri kapsamalı? Türkiye’de kadınlara sunulan sağlık hizmetlerini bu açıdan nasıl değerlendiriyorsun?
Aile hekimliği ile birlikte sistemi değiştirdiler. Eskiden üreme sağlığı açısından kadınlara hizmet sunan ayrı merkezler vardı: ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri (AÇSAP). Gebelik takibi de yapılıyordu, doğumdan sonra bebek sağlığı takibi de yapılıyordu. Aile planlaması yöntemleriyle ilgili hem danışmanlık hem de yöntem sunuluyordu. Hatta bunların hastaneye entegre olanlarında gebelik de sonlandırılabiliyordu. Her tür yönteme ulaşım mevcuttu. Aile hekimliklerine geçildikten sonra bu sistem çok ciddi olarak aksadı. Sonuçta gebeliği önleyici yöntemler cinsel sağlık ve üreme sağlığının da aslında vazgeçilmez bir parçası. Biz sağlık hizmeti derken de en temelde bu haklara ulaşabilme durumundan bahsediyoruz. Çocuk yapma ya da yapmama tercihine göre istediği yöntemlere ve danışmanlıklara ulaşma hakkı. Şu anda maalesef birinci basamakta bunlara ulaşılamıyor. Bildiğim kadarıyla son dönemde sadece kondom geldi birinci basamağa… Bir dönem hap ile kondom vardı. Şu an hapın alımını bile yapmamışlar, kondom bitince o da tekrar gelmeyecek. Daha önce AÇSAP’larda spiral uygulamaları yapılıyordu, o kalktı ve şu an aile hekiminin inisiyatifinde. Eskiden sertifikasyon şöyle yapılıyordu: Üniversite öğrencisiyken aile planlaması ve spiral uygulaması sertifikasyonu alınabiliyordu. Senelerce devam etti bu ama sonra bitti. Ayrıca bakanlığın da hizmet içi eğitimleri vardı. Hem kürtaj sertifikasyonu yapıyordu hem de rahim içi araç sertifikasyonu yapıyordu, bu da bitti. Dolayısıyla insanlar artık sertifika alamadıkları sürece bunu zaten uygulamayacaklar. Sertifikası olanların ise uygun şartları yok. Devlet onları da bir özel işletme haline getirdiği için, çok ciddi aksamalar var.
İyi giden şeylerden biri rahim ağzı kanseri tarama programıydı, şimdi pandemi nedeniyle bunda da aksamalar oldu. Çünkü aile hekimlerinin iş yükü çok arttı, zaten bahsettiğim gibi çok da uygun olmayan koşullara sahiplerdi. Ayrıca kendilerini korumak için hastalarla daha az temas etmek istiyorlar vs. Pandemi sonuçta beklenmedik bir şey, tamam, ama şunu da gördük ki sistem de adaptasyon yeteneği zayıf bir sistem.
Diğer yandan, süreç içinde belediyelerin kadın sağlığı merkezleri kapandı. AÇSAP’ların bir kısmı İyi Yaşam Merkezleri’ne dönüştü. Buralarda spiral uygulaması halen devam ediyormuş ama ben işin içinde olan biri olmama rağmen bunu tesadüfen duydum. Herkesin bilgisi dahilinde olan bir şey değil. Ve bilgi yoksa hizmete ulaşım da olmaz.
Peki devlet hastanelerinde durum nasıl?
Devlet hastanelerinde de aile planlaması hizmetleri uygulanmıyor çünkü oralarda da AÇSAP kliniklerinde uygulanıyordu. Oradan sorumlu doktorlar emekli olunca yerlerine yenileri atanmadı ve de normal poliklinik yapan hekimler de performans sistemiyle çalıştırıldıkları için performansı çok düşük diye buna vakit ayırmak istemiyorlar. Hele ki danışmanlık hizmeti uzun zaman alacak bir şey olduğu için neredeyse ulaşılmaz durumda.
Tüm bu sistemin değişmesi kürtaj tartışmalarıyla benzer zamanlarda başladı. Aile hekimliğine geçiş daha önce oldu; ancak bunun aile hekimliğine entegrasyonu, bu yöntemlerin temin sorunları hepsi bir arada oldu. Nasıl ki kürtajı fiili olarak ortadan kaldırdılar, bu hizmetleri de zamanla ulaşılamaz hale getirdiler. Aslında burada çok ciddi bir eşitsizlik var tabii ki. Ulaşılamaz diyoruz ama kime ulaşılamaz? Tabii ki parası olmayana. Parası olan her koşulda ulaşır. Özel hastaneye gider, verir parayı spiralini de taktırır, danışmanlık da alır, hapını da alır. 3-5 sene önce 7,5 lira olan hap şuan 60 lira. Ya da spiral bedeli 500-700 TL arasında. Açlık sınırında yaşayan insanlar bu bütçeyi nasıl ayıracaklar? Yani aslında doğum kontrol yöntemleri açısından insanları kendi haline bırakmış oluyorsun. Gebelik sonlandırmak istediğinde de “yapmam” diyorsun. Yani sistem şu an tek bir şeyi destekliyor: “Doğur” diyor. Doğur diyor ama “bakarım” bile demiyor, o da ayrı bir sorun tabii.
Çok haklısın. Burada aslında iki talep öne çıkıyor: Tüm bu hizmetlerin ücretsiz olması ve elbette ulaşılabilirliğinin garanti altına alınması. Ki kürtaj hakkımızın fiilen gaspı karşısında bu sorunun yakıcılığını yaşıyoruz. Türkiye’de kürtaj yasal olmasına rağmen ve üstelik Arjantin vb. örneklerdeki gibi “vicdani ret” gibi bir madde olmamasına rağmen fiilen uygulanmıyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsun?
Pandemi başında bir kadın İstanbul Tabip Odası’na ulaştı ve dedi ki “5 haftalık gebeyim, eşim imza veriyor ama kürtaj yaptıramıyorum.” Çünkü hastanenin biri “pandemi hastanesiyiz yapmıyoruz” diyor, diğeri de “ben yapmıyorum” diyor. Ben o zaman jinekoloji derneği yönetim kurulundan bir meslektaşımı aradım. “Hiçbir şey yapamıyoruz. Başka bir şehre gidebiliyorsa başka bir şehre gitsin,” dedi. Bakanlık istemeyen yapmaz diyerek serbestlik getiriyor. Bir kadının kürtaj olabilmek için bir yerden bir yere transfer olması çok ciddi bir sorun. Bu hem maddi bir yük, hem de zaten başka zorlayıcı koşulları olabilir.
Öte yandan, doğrudan bazı başhekimliklerin yapılmaması yönünde baskı yaptığına ilişkin duyumlar geliyor. Bir de durum öyle bir noktaya geliyor ki mesela birkaç sene önce bir araştırma bulgularından biri olarak konuşulmuştu: Bir hekim diyor ki “Ben yaparım aslında ama kimse yapmıyor, bir kişi yapsa ben de yaparım.” Yani mecburi bir “vicdani ret” baskısı var gibi duruyor. Bu elbette birçok ülke için sorun. İtalya’da da yüzde 50’ye yakın bir vicdani ret oranı var. Ki bazı bölgelerde yüzde 90’a varıyormuş bu oran. Hekimin bir müdahaleyi yapmama hakkı var ama bunun şöyle bir sınırı var: Birincisi, acilse bunu muhakkak yapmak zorunda, o durumda seçme şansı yok; ikincisi de o yapmıyorsa yerine yapacak birini bulmak zorunda. Ama bunun Türkiye’de bu şekilde uygulanmadığını görüyoruz. Kadir Has Üniversitesi’nin 2020 yılında yayınladığı oran çok korkunç: Türkiye’de isteğe bağlı kürtaj sadece 10 tane kamu hastanesinde yapılıyor. Kalanların hepsinde yapılmıyor diye bir durum yok ama bir kısmından cevap bile alamıyorsun!
Bu gerçekten çok korkunç bir tablo ve kadınlar açısından çok önemli bir hakkın da kaybı anlamına geliyor. Uygulanmıyor bile demek az kalıyor, tabloya bakıldığında fiilen yasaklanmış durumda…
Evet ve aslında yine şöyle diyebiliriz: Parası olmayana yasak! Parası olan özel hastaneye gidip yaptırabiliyor. Ben 96-2001 arasında ihtisas yaparken, o zaman bile, çok sağlıksız yöntemlerle kendi kendine düşük yapmaya çalışan kadınlar geliyordu. Büyük enfeksiyonlarla geliyorlar, rahimlerini, yumurtalıklarını kaybediyorlar… Şu an kadınların görece avantajı internetten bazı bilgilere ve dolayısıyla alternatif yöntemlere ulaşabilmeleri. Mesela, düşük hapına ulaşabiliyorlar ama kutu fiyatı 15 lira olan bir ilacın 4 tanesine 700-1000 lira para ödüyorlar. Ve üstelik bir hekim kontrolünde olmaması durumunda yine sağlık açısından ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalabiliyorlar.
Özel hastaneler ise çok fahiş fiyatlar alıyor. Yani hizmetlere yine parası olanlar ulaşıyor. Ticarileşmenin en önemli sonucu eşitsizliği derinleştirmesi. Bir kişi gidiyor özel bir hastaneden hizmet alıyor, bir kişi de hizmet alamıyor! Bu kadar büyük bir uçurum var ortada.
Kadınların ne kadarı düzenli olarak cinsel sağlık kontrollerini yaptırıyor? Bu konuda bir istatistik var mı?
Doğrudan bir istatistik veremem ama şunu söyleyebilirim: Cinsel ilişkisi olmayan kadınlar, bir şikâyetleri yoksa menopoza kadar kontrole gitmeyebiliyorlar.
Sözde annelik kutsal da işin aslında biz anneyi de zaten “kutsal” bir yere koymuyoruz. Anne eşittir bakıcı; gebe eşittir taşıyıcı… Sistem anneliği destekliyor; anneyi değil.
Ağırlıklı olarak gebelik süreçleri için geliyorlar diyebiliriz o zaman…
Evet ve gebelik sürecinde geldiklerinde ise ne kadarı yine o muayenehanede başrolde oluyor, bunu da düşünmek gerek. Erkek egemen sistemin anneliği teşvik ettiğini ve bir kadını anne ise değerli gördüğünü söylüyoruz mesela… Evet ama gebelik muayenelerini düşünün, o muayenelerde bile kadından çok bebek öncelenmiyor mu? Her geldiğinde ultrason yapıyoruz mesela, oysa ultrason kadın sağlığı ile ilgili değil, bebek sağlığına bakıyoruz orada. Kadına derdin var mı, nasıl hissediyorsun, uyuyor musun diye sorulmuyor genelde… Kadın tam bir taşıyıcı konumda görülüyor, etrafta koca da dahil yakın çevre gebelik polisleri haline geliyor ve sürekli kadına şunu yap, bunu yapma, şunu yeme bebeğe zarar verir vs. diyerek zaten ciddi bir baskı uyguluyor. Sonra kadın doktora geliyor ama yine bir özne olarak ortada yok. Başrolde bebek var, doğumdan sonra da o olmaya devam ediyor. Sözde annelik kutsal da işin aslında biz anneyi de zaten “kutsal” bir yere koymuyoruz. Anne eşittir bakıcı; gebe eşittir taşıyıcı… Sistem anneliği destekliyor; anneyi değil.
HPV aşısının da sağlık hizmetlerinin niteliği açısından turnusol işlevi gördüğünü düşünüyorum. Bugün birçok kadın, aşısı/çaresi olan bir hastalık nedeniyle – rahim ağzı kanseri- hayatını kaybediyor. Çünkü aşılar maliyetli ve Türkiye’de devlet bu aşıyı karşılamıyor. Benzer süreç şu an COVID-19 aşıları nedeniyle de gündemde. Birçok insan aşıya ulaşamadığı için ölüyor. Halk sağlığı konusunda da çalışmaları olan bir hekim olarak sağlığın bu şekilde piyasalaşmış olmasını nasıl değerlendiriyorsun? Aşının devlet kapsamına alınması konusunda çalışmalar var mı?
Aslında bakanlık başlarda aşıyı, ilkokul dönemi aşı programına entegre edeceğini söylüyordu; ama aşı maliyetli gelince yine tercih ve öncelikler devreye girdi ve bu entegrasyon olmadı. Aslında aşı bir koruma hizmeti olarak yine çok büyük bir eşitsizliği işaret ediyor. HPV aşısına bizden bile daha çok kimin ihtiyacı var? Sahra altı ülkelerin… Ama oralarda kadınlar daha smear testine bile erişemiyorlar. Türkiye’de de aynı eşitsizlik devam ediyor. Parası olan gidiyor aşıyı yaptırıyor. Bir aşı 600 lira; 15 yaş altında iki doz, üzerinde üç doz gerekiyor, nasıl yaptırabileceksin? Bütçenden o parayı ayırabilecek misin? Diğer bir sorun da bilinirliğinin de az olması. Dolayısıyla talep de etmiyor insanlar.
Sorun bir kez daha kaynağın nereye aktarıldığı meselesine çıkıyor aslında. Türkiye’de istenince nelere kaynak ayrıldığını biliyoruz ancak halk sağlığı, kadın sağlığı öncelikli görülmediği için bunu bir külfet olarak görüyorlar diyebilir miyiz?
Çok haklısın. Hatta aynı şey Covid-19 aşıları sürecinde de olmadı mı, olmuyor mu? Sorun gerçekten kaynağı nereye ayırdığınla, neyi öncelikli gördüğünle alakalı. Devlet sağlıktan elini çekti. Şimdi şehir hastaneleri açtı ve şehir hastanelerine hasta garantisi verdi. Otel sanki… Sen o zaman zaten korumayacaksın ki, insanlar hasta olsun da oraya gitsin isteyeceksin. Bu bize bir kez daha sistemin hastalığı ve tedaviyi desteklediğini gösteriyor. “Tetkiklere, ameliyatlara paralar yatıralım ama aşıya, yani koruyucu yöntemlere para yatırmayalım,” diyor. Oysa tedavi her zaman korumadan maliyetlidir. Ama kamunun değil de özel sektörün belirleyici olması buradaki anlayışı da belirliyor. Çünkü özel sektör tedaviden, yapılan ameliyattan kazanıyor.
Gebeliği sonlandırma ve gebeliği önleyici yöntemlere ulaşma sorunu çok yakıcı. Hâlâ yasal ve hakkımız olan bir şeye ulaşamıyoruz. Ben bunun da bir tür şiddet olduğunu düşünüyorum. Devlet eliyle kadınlara uygulanan bir şiddet.
Bu soruyu sadece hekim Irmak’a değil; bir kadın olarak tüm bu sorunları bizzat kendi de yaşayan; İstanbul Sözleşmesi’ne, yaşamlarımıza, haklarımıza dönük saldırılara karşı mücadele arkadaşımız olan Irmak’a sormak istiyorum. Erkek egemen kapitalist sistem içinde kadın sağlığı ve bunla oldukça bağlantılı olan beden politikaları açısından öncelikli mücadele taleplerimiz sence neler olmalı?
Benim için gebeliği sonlandırma ve gebeliği önleyici yöntemlere ulaşma sorunu çok yakıcı. Hâlâ yasal ve hakkımız olan bir şeye ulaşamıyoruz. Ben bunun da bir tür şiddet olduğunu düşünüyorum. Devlet eliyle kadınlara uygulanan bir şiddet. “Doğurmak istemiyorum” diyene “doğuracaksın” diyor. “Sonlandırmak istiyorum” diyene “ben ödemem” diyor. Bu da bir şiddet. Bu konunun çok öncelikli olduğunu, bu tutumun kadınların hayatlarını etkileyecek ciddi sonuçları olduğunu tarihsel birçok örnekten de biliyoruz.
Bunun yanında tabii ki kadına yönelik erkek şiddeti çok öncelikli. Biz hekimler de bundan muaf değiliz. Hekim-hekim; hekim-asistan, hekim-hasta arasındaki ilişkilerde de erkek şiddetini önleme ve bu şiddetle mücadele mekanizmalarına ihtiyacımız var. Mücadelemizin bir ayağı da bu olmalı.
Sağlık çalışanları olarak bakınca da şöyle bir şey aklıma geliyor: Sağlık sektöründe çok kadın çalışıyor. Hemşirelik hizmetlerinin neredeyse tamamı kadın. Fakat buna rağmen pandemi şunları gösterdi: Çocuk bakımından o kadar çok kadınlar sorumlu ki kreşler kapatılıyor ve mesela hemşireler mağdur oluyor. Toplumsal cinsiyet bakış açısı ile bu tip eşitlenmeler sağlanabilir, hastane kreşleri de buna dahil olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyecek çözümler üzerine çalışılabilir.
Ve sağlık açısından bakarsak, birincil basamağın güçlendirilmesi, tarama programları hakkında bilgilendirmelerin artması çok önemli. Bir kadın en kolay aile hekimine gidebiliyor çünkü bir-iki sokak ötesinde… Bu hizmetlerin birinci basamağa ücretsiz olarak entegre edilmesi çok önemli. Başta genç kadınlar olmak üzere tüm kadınlar, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, cinsellik, cinsel sağlık vb. ilgili temel bilgilere birincil basamakta danışmanlık anlamında ulaşabilmeliler. Gerektiğinde buralardan destek alabilmeliler, tarama istediklerinde taranabilmeliler ve bu konuda ayrımcılıkla karşılaşmamaları gerekir.
Sistem, ikili cinsiyet sistemi üzerine kurulu ve bunun dışında kalan her şeyi heteronormatif bir bakış açısıyla görmezden geliyor.
Kadın sağlığı derken daha çok kadınlar üzerinden konuştuk ancak rahmi olanlar şeklinde düşünürsek, transların tarama programlarından yeterince yararlanamadıklarını biliyoruz. Hem ayrımcılığa uğradıkları ve/veya uğrayacaklarını düşündükleri için hem de belki yaptırmaları gerektiğini bilmedikleri için. Bu konuda bilgilendirme ve LGBTİ+’ları sağlık sistemi içinde daha görünür kılma konusunda çalışmalar sürdürmeliyiz. Bu en başta tıp eğitimi sürecinde başlıyor, ben mesela tıp eğitimi alırken LGBTİ+ sağlığına ilişkin özel bir eğitim almadım. Translar söz konusu olduğunda tıp sadece dönüşüm sürecine odaklanıyor. Oysaki mesela bir trans hangi sağlık riskleri taşıyor, hangi kontrolleri olması gerekir… Mesela çoğu seks işçisi ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar açısından ciddi risk altındalar. Peki ne kadarı taranıyor? Ne kadarı ayrımcılıkla karşılaşmadan bu tarama hizmetine ulaşabiliyor? Ne kadarı kondoma erişebiliyor? Ama sağlık sistemi, eğitim sürecinden başlayarak bu konuları hiç görmüyor. Çünkü aslında sistem en başında söylediğimiz gibi üreme üzerine kurulu ve bunlar üreme ile bir arada giden sistemler değil. Tabii burada penetratif üremeyi kastediyorum, yoksa bir lezbiyen çift de sperm donasyonu ile gebe kalabilir, ama bunun da önü kesiliyor. Sistem, ikili cinsiyet sistemi üzerine kurulu ve bunun dışında kalan her şeyi heteronormatif bir bakış açısıyla görmezden geliyor.
Öte yandan, kadın gündemi olarak baktığımızda Türkiye’de kadına yönelik erkek şiddeti o kadar fazla ki başka hiçbir şey gündem olamıyor. Günde üç kadın öldürülürken başka konu konuşulamıyor maalesef. Mesela kürtaj çok kritik bir konu ama onu ancak kürtaj tekrar gündeme gelirse –hatta iktidar getirirse- biz gündeme alıyoruz. Şu an İstanbul Sözleşmesi’ni konuşuyoruz. İstanbul Sözleşmesi kadın sağlığı açısından da çok önemli bir yerde değil mi? Toplumsal cinsiyet eşitliğini savunuyor. Zaten sağlığa erişimdeki en önemli eşitsizlik de bu değil mi? İstanbul Sözleşmesi’nden çıkacağız dediğinde, kadın sağlığı önüne de direkt bir engel koymuş oluyor.
TTB disiplin yönetmeliğinde kabul edilen uluslararası sözleşmelere uygun davranmak yükümlülüğü var. Buna İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, her şey dahil. Bütün bunlar TTB’nin nerede durduğunu gösteren şeyler, ben de gururla söylüyorum bunu çünkü ben de orada örgütlü bir kadın olarak bu örgütün toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik böyle bir bakış açısının olmasını çok önemsiyorum.
Irmak, verdiğin bilgiler ve yorumların için çok teşekkür ederim. Son olarak, TTB’de örgütlü bir hekim olarak TTB’nin kadın çalışmaları hakkında da kısaca bilgi verebilir misin?
TTB’nin kadın sağlığı ve kadın hekimlik kolu var. Hem merkezde var hem de birçok odanın kendi alt birimi olarak mevcut. Bu çok önemli çünkü bu şekilde her şey toplumsal cinsiyet süzgecinden geçirilerek değerlendiriliyor ve buna uygun bir politika oluşturulmaya çalışılıyor.
Şu anda cinsel şiddeti önleme ve toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleme yönünde bir yönerge üzerine çalışıyoruz. Şiddete uğrayan kadınlar başvuru aldığında, gerek hekim-hekim arasında, gerek hasta-hekim arasında nasıl bir yol izlemeli, nasıl mekanizmalar/birimler olmalı üzerine kadın hekimlik kolu olarak bir çalışma yürütüyoruz.
Ayrıca 2017’deki kongrede toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgesi kabul edilmişti. Birtakım etik bildirgeler var ve TTB disiplin yönetmeliğinde kabul edilen uluslararası sözleşmelere uygun davranmak yükümlülüğü var. Buna İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, her şey dahil. Bütün bunlar TTB’nin nerede durduğunu gösteren şeyler, ben de gururla söylüyorum bunu çünkü ben de orada örgütlü bir kadın olarak bu örgütün toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik böyle bir bakış açısının olmasını çok önemsiyorum… Elbette bu da kadın mücadelesinin bir kazanımı. Hiçbir şey tepeden olmadı. Aynı zamanda kadınların örgütsel faaliyetlerde daha fazla rol almasını desteklemek amacıyla yine bu mücadelelerle elde edilmiş bir kadın kotası mevcut.