Bu yazının orijinali, İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in yayın organı Correspondencia Internacional’in (Uluslararası Haberleşme) Pandemi ve Kapitalist Kriz Karşısında Kadınlar başlıklı özel sayısında yayımlanmıştır.
Söyleşi: Cristina Mas – Lucha Internacionalista (Enternasyonalist Mücadele), İspanya
Çeviri: Kadın Dayanışması
Filistinli feminist aktivist Budour Hassan, nisan ayında Kudüs’te gerçekleşen ayaklanmayı anlatıyor ve İsrail işgaline karşı ve kadınların kurtuluşu için verilen mücadelelerin kesişimselliği düşüncesini geliştiriyor. Kudüs İbrani Üniversitesi Uluslararası Hukuk mezunu olan Budour, Tal’at hareketinin bir üyesi.
Filistin’deki mevcut durumu nasıl görüyorsun? Son haftalardaki ayaklanmalar bir Üçüncü İntifada’ya yol açabilir mi?
Önemli olan olaylara bir ad koymak değil, tarihi bir an yaşamakta olduğumuzu, her bakımdan tarihi bir ayaklanmanın gerçekleşmekte olduğunu kavrayabilmek. Nisan ayında, Ramazan’ın ilk gününde gençler ile Kudüs’ün Şam Kapısı’nı kapatan işgal güçleri arasında çatışmalar başladı. Gençler, barikatları kaldırmayı başardılar. Bunun üzerine işgal güçlerinin cevabı Doğu Kudüs’ün Şeyh Jerrah mahallesindeki aileleri evlerinden boşaltmak oldu. Sokakta tekrar bir enerji yükselmesi oldu, yararlanmamız gereken bir enerji: Bugüne değin gördüklerimizden çok farklı ve çok büyük bir şey başladı. İsrail’in son derece ağır baskısına ve mofeta (göstericilerin üzerine sıkılan son derece kötü kokulu ve kokusu günlerce süren bir tarım ilacı), biber gazı, kurşun gibi her türlü aracı kullanmasına rağmen kadınlar ve erkekler her gece protesto gösterileri düzenlemeye başladılar. Ardından İsrail’in Kudüs’ü işgalini kutlama günü geldi ve Filistinli gençler Eski Şehir bölgesinde her yıl yapılan bayraklı ve “Araplara ölüm” nidalı geçit törenini engellemeyi başardılar. Mücadelemizin tarihi içinde küçük bir andı bu, ama bir özgürlük anıydı. Bir şeyler yapabileceğimizi, kentlerimizin sokaklarını geri alabileceğimizi, kamusal alanın bize ait olduğunu hissettik. Aynı zamanda Lod ve tarihi Filistin’in diğer kentlerinde de gösteriler oldu. Şimdi mücadele sınırın iki yanında, iki cephede birden sürüyor. 18 Mayıs’ta da genel grev oldu: Tüm Filistinliler olarak her yerde katıldık greve, Hayfa’da, Nasıra’da, Batı Şeria’da, Kudüs’te…
Neler değişti?
Filistinliler, Batı Şeria ile Gazze’nin birbirinden ayrı gerçeklikler olmadığını kanıtladılar. Tek bir halk olduğumuzu, İsrail’in bizi bölmeye yönelik bütün çabalarına rağmen birlik olduğumuzu kanıtladık. İsrail vatandaşı Araplar ve işgal altındaki Filistinliler gibisinden bir ayrım olmadığını kanıtladık. Lod’da Filistin bayrağı çizen çocukların da katıldığı büyük gösteriler oldu, onlar Filistinli kimliklerini açıkça göstermiş oldular. Bu birlik bize, bu yayılan ve devrimci enerjiyle yeni bir başlangıç yapma umudunu verdi.
Tüm Filistinliler işgalin acısını yaşıyor: topraklara el konması, baskılar, tarihi kitaplardan Filistin kimliğinin silinmesi çabaları. Farklı çehrelere ve ifade biçimlerine sahip olsa da söz konusu olan aynı rejim, aynı baskıcı sömürgecilik, aynı ırkçılık.
1948 Filistinlilerinin, ikinci sınıf İsrail vatandaşlarının sahneye çıkmasını nasıl açıklıyorsun?
Filistinlilerin Hayfa, Nasıra gibi Filistin’in tüm tarihi kentlerinde, tüm mahallelerinde ve köylerinde mücadeleye katılmaları ilk değil. Bunun pek çok tarihsel örneği var. Tüm Filistinliler işgalin acısını yaşıyor: topraklara el konması, baskılar, tarihi kitaplardan Filistin kimliğinin silinmesi çabaları. Farklı çehrelere ve ifade biçimlerine sahip olsa da söz konusu olan aynı rejim, aynı baskıcı sömürgecilik, aynı ırkçılık. Her taraftaki hedef aynı: Filistin halkının direnişini kırmak, kimliğimizi yok etmek ve topraklarımızı işgal etmek. İsrail hayatımızın her yanını tehdit ediyor. 1948 Filistinlilerinin de evlerini inşa etme, topraklarını işleme, onurlu bir eğitim alma, barış içinde yaşama hakları yoktu. İsrail’de polis, örgütlü şiddet sisteminin bir parçasıdır. Yoksulluk da bu kurumsal ırkçılığın bir sonucudur. Tarihi Filistin’de gençliğin kimliğini kaybettiği söyleniyor, ama bunun doğru olmadığı açığa çıktı.
İsrail 1948’in topraklarında nelerin olduğunu gayet iyi biliyor ve her ne pahasına olursa olsun buna son vermek istiyor. Bu nedenle de İsrail’de yaşayan Filistinliler üzerinde bir kitlesel tutuklama kampanyası sürdürülüyor. Bu kuşağın politikleşmesi, yeni bir bilincin gelişmesini başarmanın koşullarına sahibiz, zira orada da Batı Şeria veya Kudüs’te uygulanan baskı yöntemlerinin aynısı uygulanıyor; gençleri tutuklamak için ev baskınları düzenleniyor. Yeni bir aidiyet duygusu var.
Mevcut durumda kadınların rolünü anlatır mısın bize?
Filistinli kadınlar her zaman mücadelede aktif oldular. 1936 Arap devriminden beri, özgürlük için ve sömürgeciliğe karşı mücadelelere katıldılar. Birinci İntifada’ya kadar kadınlar halk hareketlerinin yönetiminde ve örgütlenmesinde, grevlerde ve aynı zamanda halkın eğitiminde çok önemli bir rol oynadılar. Kuşkusuz kadınların bu rolü 90’lı yıllarda ve İkinci İntifada sırasında sınırlı oldu, zira Hamas’ın ve diğer dinci hareketlerin ortaya çıkmasıyla toplum daha dincileşmiş, daha İslamcılaştırılmış bir yapı kazanmıştı. Ama mevcut durumda kadınların sokaktaki, örgütlenmedeki, her taraftaki rolü dikkat çekiyor; gösterilerin ilk sırasında yer alanlardan, tutuklananların savunmasını üstlenen ya da hak ihlallerinin fotoğraflarını çeken ve belgeleyen kadınlara kadar. Hareketin örgütlenmesinde, koordinasyonunda, broşürlerin yazılmasında, afişlerin hazırlanmasında veya sokaklarda okunan şarkıların bestelenmesinde de onlar var. İsrail kuvvetlerinin kadınları taciz etmelerinin ve tutuklamalarının nedeni de bizleri korkutmak.
Sömürgeciliğe, işgale, ama aynı zamanda patriyarkaya da karşı mücadele ediyoruz. Kamusal eylemler sayesinde feminist mücadelenin, erkek egemenliğine karşı mücadelenin ve aynı zamanda sömürgeciliğe karşı mücadelenin kesişimselliğini görebiliyoruz.
Tal’at’ın ne olduğunu ve nasıl doğduğunu anlatır mısın?
Filistinli kadınların oluşturduğu “Ayaklanıyoruz” anlamına gelen bir hareket. Amacı işgale ve patriyarkaya karşı mücadele. Kadınlar özgürleşmeden özgür bir Filistin olamaz. Hareket, Beytüllahimli kız kardeşimiz İsra Garib’in öldürülmesinin ardından ortaya çıktı. İsra, ailesinin rızası olmadan bir ilişkisi olduğu için katledildi, bu bir namus cinayetiydi. Sömürgeciliğe, işgale, ama aynı zamanda patriyarkaya da karşı mücadele ediyoruz. Kamusal eylemler sayesinde feminist mücadelenin, erkek egemenliğine karşı mücadelenin ve aynı zamanda sömürgeciliğe karşı mücadelenin kesişimselliğini görebiliyoruz. Baskı sistemlerinin iç içe geçmişliğini kavramak, onun kökenlerini görmek ve ona karşı nasıl direnilebileceğini anlamak açısından çok önemli. Bu, bir dizi kuşağın mücadelelerinden doğan tarihsel bir birikim. Biz işgale karşı ve daha da zoru, toplumsal bir değişim için mücadele ediyoruz. Zira toplumda, kendi topluluğunda olan biteni değiştirmek için sıfır noktasından başlamak zorundasın. Erkek kardeşlerimizin, babalarımızın, erkek arkadaşlarımızın kafa yapısını değiştirmek gerekiyor. Ve bu değişim çok zor, ama bazı anlarda bir tünelin sonuna doğru umut ışığı görüyoruz. Kız çocuklarının oluşturduğu yeni bir kuşak var ve umarız durumları değiştirmek isteyen erkek çocuklar da olur. Zira, toplumsal değişimin sadece kadınlar için gerekli olmadığını biliyoruz, bu tüm toplum için gerekli.
Sokaklardaki, kamusal alanlardaki katılımımızın ve geleneklere karşı mücadelemizin erkeklerin, erkek çocuklarının, genç erkeklerin baskıcı değerlerinin değişmesine de katkıda bulunacağına inanıyorum. Bu bizim mücadelemizin kesişimselliğidir; ulusal mücadele ile patriyarkaya karşı feminist mücadelenin birbirine bağlılığıdır.
Patriyarka ve işgal, birbirleriyle bağıntılı sistemler. Kadınların kurtuluşu olmadan, düşünce ve mücadele biçimlerimizde köklü bir değişim olmadan özgür bir Filistin olmayacak. Kurtuluş mücadelesi sokaklarda, evlerimizin içinde, işyerlerimizde veriliyor. Seferberliğimizi bu yerlerde sürdürmeliyiz.
İşgal ile patriyarka arasındaki diyalektik nedir?
Sınıf mücadelesi, sömürgeciliğe karşı mücadele, uluslararası ırkçılığa karşı mücadele ve kadın mücadelesi arasındaki bağları ortaya koyan Angela Davis veya Silvia Federici gibi feminist düşünürlerin çalışmalarına dayanıyoruz. Söz konusu olan sadece teori değil, bunu sokakta da görüyoruz. İsrail polisi bir kadın göstericiye saldırdığında veya cinsel taciz uyguladığında ya da bu kadın ne yaptığını babasına anlattığında, kadınların protestolara katılmamaları için onlara baskı yapan muhafazakâr bir toplumla karşılaşıyoruz. Bunlar, işgal sistemi ile ataerkil sistem arasındaki bağlantının ifadeleri.
Buna, ailelerin yeniden birleştirilmesine veya toprak mülkiyetine ilişkin yasalarda veya evlerin yıkılması politikasının en yoksul kadınlar üzerindeki etkisinde de tanık oluyoruz. Patriyarka ve işgal, birbirleriyle bağıntılı sistemler. Kadınların kurtuluşu olmadan, düşünce ve mücadele biçimlerimizde köklü bir değişim olmadan özgür bir Filistin olmayacak. Kurtuluş mücadelesi sokaklarda, evlerimizin içinde, işyerlerimizde veriliyor. Seferberliğimizi bu yerlerde sürdürmeliyiz.
Geleneksel Filistin önderlikleri El Fetih ve Hamas hakkında ne düşünüyorsun?
Ben kişisel olarak bu iki hareketi de desteklemiyorum. Birçok Filistinli (El Fetih’in denetimi altındaki) Filistin Yönetimi’ni Batı Şeria’daki işgalin bir uzantısı, bir aracısı olarak görüyor. Bu son yıllarda çok açık meydana çıktı ve şimdi de Filistin polisi ve gizli servis ajanları “güvenliğin koordinasyonu” gerekçesiyle pek çok eylemciyi tutukladı. Kuruluşundan beri Filistin yönetimi işgalin konsolidasyonu, Filistinlilerin baskılanması ve işgale yardım konularında çok açık bir rol oynadı. Hamas ise ataerkil, dinci bir hareket. Direniş söz konusu olduğunda ayırt etmek gerekir, bütün Filistinliler olarak sömürgeciliğe karşı, işgale karşı direnişi destekliyoruz. Ama parti olarak, 2007’den beri yönettikleri Gazze’de düşünce özgürlüğüne ve kadınların özgürlüklerine karşı baskıcı bir rol oynadılar. Direnen tek askeri gücün İslamcı, anti-feminist, kadın karşıtı ve özgürlük karşıtı bir güç olması çok karmaşık bir durum yaratıyor.