2019 yılı Haziran ayında imzaya açılan ILO 190 “İş Yaşamında Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet ve Tacizin Önlenmesi” sözleşmesi, iş yaşamında şiddet ve tacizin ortadan kaldırılmasını öngören ilk uluslararası sözleşme. Şiddet ve tacizi geniş bir biçimde ele alan, bu kapsamda devlete ve işverenlere yükümlülükler getiren bu sözleşme Arjantin, Ekvador, Fiji, İtalya, Mauritius, Namibya, Somali, Uruguay ve Yunanistan olmak üzere dokuz ülke tarafından imzalandı. Bugün Türkiye’de de başta kadın hareketi olmak üzere DİSK, KESK ve meslek örgütleri Türkiye’nin bu sözleşmeyi imzalaması noktasında mücadele ediyor. Peki ILO 190 ne söylüyor; pandemi ve ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin her geçen gün ağırlaştığı şu günlerde kadınlar için bu sözleşme neden bu kadar hayati?
Şiddetin önlenmesi ve iş yaşamı arasındaki ilişki
Kadınlar şiddete yaşamın pek çok alanında maruz kalıyor. Özel alanda yakınlarındaki erkekler tarafından, kamusal alanda ve iş yaşamında ise daha kolektif mekanizmalar aracılığıyla kadınlar şiddet ve tacizin hedefi haline gelebiliyor. Bu mekanizma, ev içinde karşılıksız ev emeği dolayımıyla aile içine hapsederek, yasalar aracılığıyla kocaya, babaya bağımlı kılarak, iş yaşamında ise güvencesiz, esnek ve düşük ücretli istihdam biçimleriyle sürdürülüyor ve kadınları hem çalışma yaşamında hem de özel alanda şiddete açık hale getiriyor. Kadınlar yüzyıllardır bu döngüyü hem bireysel hem de örgütlü mücadeleler sonucu kırdı, kırmaya devam ediyor. Kadın hareketinin tarihi bu bağlamda pek çok kazanım ile dolu ve bu haklar yasalarla, sözleşmelerle garanti altına alınıyor. ILO 190 da kadınların iş yaşamındaki mücadeleleri sonucu elde edilmiş hakları içeren bir sözleşme.
Bu sözleşme öncelikle herkesin şiddetten ve tacizden arındırılmış bir ortamda çalışma hakkı olduğunu kabul etmekte. Sözleşme ister ev içi, ister eski partner veya eş tarafından isterse de iş ortamında yaşanan her türlü taciz ve şiddet edimini içerecek şekilde kadının korunmasını esas alıyor. Bu nedenle şiddet ve taciz tanımı geniş bir şekilde ele alınarak sadece aktif çalışanları değil, iş sözleşmesi sona eren işçileri, stajyerleri, gönüllüleri, iş arayan, iş başvurusunda bulunan, kayıtdışı çalışan tüm kesimleri korumak olarak tarif ediliyor. Aynı zamanda sadece iş ortamında değil, özel alan başta olmak üzere serviste, yolda, yemekhanede, tuvalette yani iş alanını kapsamayan alanlarda da kadınların maruz kaldığı şiddeti önlemeyi hedefliyor. Özellikle iş ve özel alan ayrımının kalmadığı; evden, uzaktan çalışma, güvencesiz ve esnek çalışma biçimlerinin arttığı pandemi sürecinde bu bakış açısı yaşamsal önem taşıyor.
Şiddeti önlemek devletin ve işverenlerin sorumluluğundadır
Sözleşme, kadınları bulundukları her alanda şiddet ve tacizden korumak ve çalışma hakkının önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmakla yükümlü olarak devlet ve işverenlere sorumluluk yüklüyor. Yani işyerinde cinsiyete dayalı şiddet ve tacize yönelik özel ulusal yasaların oluşturulmasından başlayarak işçi temsilcileriyle birlikte işyeri düzeyinde politikaların hayata geçirilmesine, işyerinde şiddet ve taciz konulu eğitimler ve kılavuzlar oluşturulmasından şiddet ve tacize maruz kalanların desteklenmesine, iş müfettişleri başta olmak üzere etkin soruşturma ve denetim mekanizmalarının kurulmasından faillere yaptırım uygulanmasına kadar bir dizi uygulamayı içeriyor. Aynı zamanda koruma ve önleme başlıklarında, işçi sendikaları ve işveren örgütlerine de tespit ve yaptırım sorumluluğu öngörüyor.
ILO 190, tıpkı İstanbul Sözleşmesi mücadelemizde de söylediğimiz gibi acilen imzalanmalı ve etkin uygulanmalıdır. Ancak kadınlar olarak sözleşmelerin ve yasaların kadın hareketinin mücadelesinin kazanımları olduğunun; bu nedenle haklarımızın garantisinin yine bizler olduğunun bilincindeyiz. Bu nedenle, acil taleplerimiz etrafında bir araya gelmenin; geniş bir eylem birliği sağlamanın ve bunu işyerlerinde, mahallelerde, üniversitelerde, bulunduğumuz her alanda yaygınlaştırmanın araç ve yöntemlerini örmeli ve sözleşmenin acil ve etkin olarak uygulanmasının takipçisi olmalıyız.