Ekonomik kriz, düşük ücretler ve işsizlik, kadın yoksulluğunu çok ciddi boyutlara ulaştırmış durumda. TÜİK’in mart ayında açıkladığı verilere baktığımızda, 2021’de işgücüne katılma oranının erkeklerde yüzde 70,3 iken, kadınlarda yüzde 32,8 olduğunu görüyoruz. Genç kadın işsizliği oranı ise yüzde 28,7. DİSK/Genel-İş Araştırma Dairesi’nin Mart 2022 tarihli Kadın Emeği Raporu; Türkiye’nin kadın işsizliği oranının en yüksek ülkelerden biri olduğunu, her 10 kadından 3’ünün kayıtdışı ve güvencesiz çalıştığını, tüm sendikalı işçiler arasında kadınların oranının sadece yüzde 20 olduğunu (Ocak 2021 verisi), erkeklerin kadınlardan yüzde 27,4 daha fazla kazandığını ve bu farkın yevmiyeli çalışanlarda yüzde 83,8’e çıktığını gösteriyor.
DİSK-AR’ın “İkinci Yılında Pandeminin İşçilere Etkileri” Raporu; kadınların iş hayatında hem ucuz işgücü olarak görüldüklerine hem de kriz zamanlarında kolayca gözden çıkarıldıklarına işaret ediyor. Araştırma sonucuna göre Türkiye’de çalışma hayatına ilişkin en önemli ilk beş sorun olarak görülen işsizlik, düşük ücret, sigortasız/kayıtdışı istihdam, uzun çalışma saatleri ve keyfi işten çıkarılma sorunları kadın işçiler tarafından erkeklere göre daha yüksek oranda dile getirilmiş.
Kısacası, kadınlar çalışma hayatına eşit şekilde katılamıyor. Sadece bu birkaç veri bile iş hayatında cinsiyet ayrımcılığını ve kadınları iş hayatından uzak tutan politikaların varlığını destekler nitelikte. Ayrıca güvenceli iş, insan onuruna yaraşır ücret ve eşdeğer işe eşit ücret taleplerinin, krizden daha eşitsiz şekilde etkilenen kadınlar açısından ne kadar hayati olduğunu da ortaya koyuyor. Söz konusu ev işçileri veya mülteci işçiler olduğunda, kayıtdışı veya gündelik çalışma biçimleri yaygınlaştığı için koşullar daha da ağırlaşmakta. Tüm emekçiler gibi ev işçileri ve mültecilerin de emeklilik, sigorta, sendikalaşma gibi sosyal ve hukuki güvencelerinin yanı sıra güvenli ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması en acil ihtiyaçlardan.
Tüm bunlar olurken pek çok sendika kadın işçilerin ücret eşitsizliği, hak gaspı, taciz, şiddet ve mobbinge maruz kalma gibi sorunlarının çözümünü hedeflemekten; kadınların özgül ihtiyaç ve taleplerinin karşılanması için mücadele etmekten oldukça uzak. Sendikal faaliyet yürütmek isteyen kadınlar ise sendika bürokrasisiyle olduğu kadar erkek egemen sistemin ta kendisiyle karşı karşıya kalabiliyor. Kadınların sendikalarda örgütlenmelerini artıracak politikaların geliştirilmesi, temsil ve karar mekanizmalarına eşit şekilde katılmaları için kadın kotası gibi yöntemlerin uygulamaya geçirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin ana gündemlerden biri olması ve bu yönde birimler kurulması gerekiyor. Bu bakımdan sendika ve emek örgütlerinin ILO 190 Sözleşmesi’nin imzalanmasını ve sendikalı sendikasız tüm işyerlerinde etkin şekilde uygulanmasını hedeflemesi gerek. Çünkü ILO 190 oldukça kapsamlı bir sözleşme ve tacizden, şiddetten, ayrımcılıktan arındırılmış işyerleri açısından hem devletlere hem de işverenlere önemli yükümlülükler getiriyor.
Çifte mesaimiz derken…
Ücretli emeğimiz hane geçimine ek gelir gibi tanımlarla ikincil bir konuma itilirken; ücretsiz emeğimiz de görünmez ve karşılıksız kalıyor. Yani emeğimiz her türlü değersizleşiyor. DİSK-AR’ın raporu, kadınların pandemiyle artan ev işi ve bakım yüküne ve ev işlerine ayrılan zamanda cinsiyet eşitsizliğine dair de çarpıcı veriler sunmakta. Araştırmaya göre pandemi döneminde evden çalışan ve ev işleriyle bakım yükünün arttığını söyleyen kadınların oranı yüzde 52,9. Ev işlerine 3-6 saat ayıran kadınların oranı yüzde 23,7 iken erkeklerde bu oran yüzde 9,7. Yukarıda bahsettiğimiz TÜİK istatistiklerine göre ise “ev işleriyle meşgul olma” nedeniyle işgücüne dahil olamayan kadın sayısı 9917 iken bu sayı erkeklerde sıfır!
Esnek ve kısmi zamanlı işler, bu cinsiyetçi işbölümünü derinleştiren etkenler arasında. Bu işbölümü sadece ev işlerinde değil çocuk, hasta, yaşlı bakımında da söz konusu. Ancak kadınların çalışma hayatına eşit şekilde katılabilmeleri için sadece ev içinde cinsiyetçi işbölümünün ortadan kalkması yeterli değil. Ev ve bakım işlerinin toplumsallaştırılması; parasız, yaygın ve erişilebilir kreş ve bakımevlerinin açılması gerekiyor. Kamusal bakım hizmetleriyle birlikte kadın işsizliğinin önlenmesi ve istihdamının artırılması ve kadınları aileye hapseden değil güçlendiren sosyal politikalar için de bütçe ayrılmalı. Ve tüm bunlar için fazlasıyla kaynak var, yeter ki bütçe zenginleri daha da zengin etmeye ayrılmasın!
Önümüzdeki 1 Mayıs, kapitalizm ve patriyarka tarafından maruz bırakıldığımız çifte sömürüye karşı bu ve daha fazla talebimizi öne çıkarmak ve birlikte yükseltmek adına önemli bir olanak sunuyor. “Emeğimiz bizim” demek için bu 1 Mayıs’ta da alanlarda olacağız!