2021 yılında Boğaziçi’nde yapılan Onur Yürüyüşü; yasaklanmamış, engellenmeye çalışılmamış tek Onur Yürüyüşü’ydü. 2015 yılından bu yana yasaklı gerçekleşen İstanbul Onur Yürüyüşü’nden ve 2019 yılında ilk kez yasaklanan ODTÜ’deki Onur Yürüyüşü’nden sonra 2022 yılına gelindiğinde 9. Boğaziçi Onur Yürüyüşü de ilk kez yasaklanmış oldu. bu yazıda Boğaziçi Onur Yürüyüşü’nün bugüne kadarki seyrini ve 9.sunda yaşananları deneyimlediğim kadarıyla aktarmaya, değerlendirmeye çalışacağım.
Boğaziçi’nde katıldığım ilk Onur Yürüyüşü 2018 yılındakiydi. daha önceki senelerde Kuzey Kampüs’te başlayıp Güney Meydan’da sonlanan (yani iki kampüs arasındaki üniversite dışı alanı da kapsayan bir rota bu) yürüyüş, o sene polis amirlerinin okul idaresi -kayyum Özkan ve kadrosu- aracılığıyla ilettiği “kampüs dışına çıkılırsa müdahale olur!” tehditleri sebebiyle Güney Ana Kapı’dan başlamak ve Güney Meydan’da bitmek suretiyle gerçekleşmişti. o seneden itibaren de hep kampüs içinde gerçekleşti.
Mehmed Özkan, iktidarla yapılan anlaşmalar sonucu atanması sağlanmış Boğaziçili bir kayyumdu. Boğaziçi’nde kayyum rektör atamalarına karşı yapılan ilk protestolar esnasında kimi kesimlerce Boğaziçili olması, “Boğaziçi kültürü” denen garabeti koruyacak olması gibi savlarla arkasında durulan bir figürdü. nitekim Özkan ve kadrosu, “Boğaziçi kültürü”nün feda edilebilecek ilk parçası olarak lgbtia+ları gördü. Geleneksel olarak 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, Transfobi Karşıtı Gün’ün bulunduğu hafta Boğaziçi’nde Onur Haftası olarak kutlanırken, Ramazan bahanesiyle tarih değişikliği istenmesi de kayyum Özkan ve kadrosunun talebiydi. 2017 yılından bu yana katıldığımız her Onur Yürüyüşü’nde gerek sivil polislerce, gerek Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) personellerince kameralarla kaydedildik. tüm bunlar karşısında hiçbir şey yapmayan ve BÜLGBTİA+nın (Boğaziçi Üniversitesi LGBTİA+ Çalışmaları Kulübü) resmi kulüp statüsünü tescillemekten kaçınan kayyum kadrosu, kulübün bir sonraki kayyum olan Bulu döneminde iktidar emriyle kapatılmasında da pay sahibi.
yani, özetle, üniversiteye girdiğim 2017 yılından bu yana Boğaziçili lgbtia+lara uygulanan sindirme, baskı, sansür, mekânsızlaştırma, yıldırma politikaları gitgide şiddetini artırdı. her gelen kayyum, öncülünün yaptıklarının üstüne yeni yeni metotlar ekledi. ilki kulüp faaliyetlerini zora koştu, ikincisi kulübü kapattı, üçüncüsü de bir ilki gerçekleştirdi ve Boğaziçi Onur Yürüyüşü’nü yasakladı.
yasak kararı çok şaşırtıcı değildi aslına bakarsanız. bu sene Ramazan bahanesinin aradan çekilmesiyle geleneksel tarihine geri dönen Onur Haftası’nın iki farklı kulüpçe planlanan iki etkinliği kayyum kadrosunun kadrajına girince, iki kulüp, güncel Öğrenci İşleri Dekanı Fazıl Önder Sönmez ile görüşmeye çağrılmıştı. aktarıldığı kadarıyla, görüşme başlar başlamaz Sönmez elindeki telefondan BÜLGBTİA+nın Onur Haftası’nın takvimini içeren post’unu (gönderisini) temsilcilere gösterip “bu etkinliklerin hiçbiri gerçekleşmeyecek” demişti. bunun Kulüpler Arası Kurul’da (KAK) konuşulması üzerine kulüpler lgbtia+ düşmanlığına ve sansüre tepkilerini ortaya koymak adına BÜLGBTİA+nın Onur Yürüyüşü çağrı post’unu yaygınlaştırma kararı aldı. planlanan etkinliklerin büyük kısmının bir şekilde gerçekleşmiş olmasına ve kulüplerden, direniş inisiyatiflerinden ve Öğrenci Temsilciliği Kurulu’ndan (ÖTK) gelen desteğe rağmen BÜLGBTİA+da Onur Yürüyüşü’nde neler yaşanacağına dair ciddi kaygılar oluşmuştu pek tabii ki.
9. Boğaziçi Onur Yürüyüşü’nün gerçekleşeceği gün olan 20 mayıs tarihi ayrıca geleneksel Taşoda Festivali’nin de ilk günüydü. festivale özel olarak getirilen x-ray cihazının kampüs yaşamını denetleme ve muhafazakârlaştırma aparatı olarak geldiği açıktı çünkü aynı sene birçok farklı kulübün, dışarıdan katılım ile kalabalık etkinlikleri gerçekleşmişti. mesela, buna örnek olarak iftar etkinliği gösterilebilir. Taşoda Festivali sırasında “güvenlik” bahanesiyle yerleştirilen x-ray cihazı, dışarıdan katılımın oldukça yoğun ve kontrolsüz gerçekleşmesine müsaade ettikleri iftar etkinliğinde yoktu. bu iki etkinlik arasında idarenin gördüğü fark, düşündüğümüzde ve hangisini tehlikeli olarak ele aldıklarının ayırdına vardığımızda ortaya çıkıyor. geç saatlerde, kadınlı-erkekli (?), alkollü eğlence festivali olan Taşoda; muhafazakârlara göre “taşkınlık” çıkmasına müsaade edebilecek, hoş olmayan görüntülerin ortaya çıkacağı, tehlike bir etkinlik olarak değerlendirildi. idarenin ikiyüzlülüğü de, zaten bu kıyasla ortaya konuyor olsa gerek.
yine aynı gerici, muhafazakâr zihniyet, benzer ahlâkçı kaygılarının hedefi olarak Onur Yürüyüşü’nü gözüne kestirmişti. kutsal addedilen ama kadın ve lubunya ezilmişliklerinin merkezine oturan cis-heteroseksist-patriyarkal-kapitalist aile kurumuna bir tehdit olarak varoluşlarını özgür ve eşit bir şekilde yaşamak isteyen lubunyaları da hedef tahtasına oturttu. bu doğrultuda o gün kampüste -lubunyalara korku salmak, geri çekilmelerini sağlamak, gözdağı vermek için- sivil polis ve ÖGB yoğunluğu oldukça fazlaydı. yürüyüş başladığı anda kitlenin önü ÖGB tarafından kesildi. “Taşoda’nın güvenliğini sağlamak için festival esnasında hiçbir açık hava etkinliğine izin verilmeyeceğini” duyuran ama sadece Onur Yürüyüşü’nü hedef alan yasak kararı dile getirilerek engelleme girişimlerinde bulunuldu. bizler ise bu yürüyüşü ne olursa olsun yapmak konusunda tekrar irade koyduk ve alanda alınan inisiyatiflerle gerekli yerlerde yön değişiklikleri yaparak esnek ve değişken bir rota ile yolumuza devam ettik. BÜLGBTİA+nın elinden alınan kulüp odasının önünde basın açıklamamızı gerçekleştirmek isterken ise çevik kuvvet müdahaleye başladı. herhangi bir ihtar yapılmaması bir yana, bu müdahale esnasında ciddi şekilde darp edilenlerimiz oldu. gözaltı sürecinde ters kelepçe başta olmak üzere çeşitli işkenceler uygulandı üzerimize. totalde 70 kişi gözaltına alındı ve tüm gözaltıların serbest kalması gece 3’ü buldu. 10 saat boyunca haksız yere kolluk kuvvetleri tarafından alıkonmuş olduk. muhtemelen kampüslerinde hak arayan, görünürlük, eşit ve özgür yaşam mücadelesi veren 70 lubunya hakkında bu gözaltı yüzünden dava açılacak. hak arayan insanlar burslarının kesilmesi gibi sorunlarla boğuşacaklar.
tüm bu yaşatılan şiddet ve olası sıkıntıların lubunyaları mücadeleden koparma ihtimali en kötüsü. polis şiddetinin pornografik bir biçimde, fetişleştirilerek medyaya yansıması bu ihtimali doğuran temel nedenlerden biri muhtemelen. şiddetin olağanlaşması zaten oldukça çekince uyandıran bir durumken bunu bir de “devrimcilik” gereği olarak addetmek ve sunmak, alanda kurulması gereken dayanışma ve mücadele eden bizlerin birbirini gözetmesi gerekliliğinin umursanmadığını gösteren temel mesele. kitlenin durumunu analiz etmekten yoksun, kişilerin mücadele azminin azalmasına sebebiyet verecek pratiklerin dayatılmasının, kitleselleşmesini hedeflediğimiz mücadelemize uygun bir taktik olup olmadığını sorgulamak gerekir. bizlerin, 20 mayıs’ta ilk kez yürüyüşe gelen lubunyaların bir sonraki Onur Yürüyüşü’ne de yasaklansa da yasaklanmasa da gelebilme motivasyonuna sahip olması için uğraşmamız gerekir.
bu motivasyonu temelde kuracak ve büyütecek olan ise kitlesel mücadeleyi acil talepler etrafında örmektir. BÜLGBTİA+ da bu seneki Onur Yürüyüşü’nün basın açıklamasının metninde acil taleplerini sıralamıştı. bizlere düşen de başta bu talepler uğruna her ne olursa olsun “biz bu mücadeleden geri durmama iradesini koyuyoruz!” diyen lubunyaların -başta bu yazının yazılmasına vesile olan Boğaziçililer olmak üzere- seslerini yükseltmek, onların taleplerinin duyurulması için elden geleni yapmaktır. ben de bu sebeple basın açıklaması metnindeki talepleri bu yazının sonuna ekliyorum:
1. Boğaziçi Üniversitesi LGBTİA+ Çalışmaları Kulübü’nün açılması ve resmi kulüp statüsünün teslim edilmesi
2. Cinsiyet ayrımına dayanan yurtların her kampüste en az bir tane olacak kadar karma hale getirilmesi
3. CİTÖK ofisini fiilen durdurmaya yönelik tüm kararların geri çekilmesi
4. Kampüslerimizi abluka altına alan başta siviller olmak üzere tüm paparonların okulu terk etmesi
5. Taciz ve şiddet aygıtı olan ÖGB’nin kaldırılması
6. Kampüsü de kentleri olduğu gibi boyunduruğu altına almaya çalışan gözetim ve denetim politikalarının son bulması
7. Kapatılan cinsiyetsiz tuvaletlerin yeniden açılması ve sayılarının artırılması
8. Elimizden alınan Hande Kader Bursu’muzun yeniden organize edilmesi
9. Kampüs etkinliklerimize uygulanan baskı politikalarının terk edilmesi
10. Dersler dahil olmak üzere kampüsün herhangi bir yerinde atanmış isimlerimizle karşılaşmamak
11. Ders izleklerinin cinsiyet kimlikleri, yönelimleri, ifadelerine dair daha kapsayıcı hale getirilmesi