Venezuela’da LGBTİ+ aktivisti Manuel Malavé’nin La Clase‘de yayımlanan transların cinsiyet kimliği hakları üzerine yazısının çevirisini okurlarımızla paylaşıyoruz.
Yazar: Manuel Malavé
Çeviri: Şilan Tank
2007’de bir grup insan hakları aktivisti, uluslararası hukuk uzmanı ve LGBTİ+ aktivisti, Endonezya’nın Yogyakarta şehrinde bir belge hazırladılar. Bu belge, mevcut insan hakları sözleşmelerinin temel prensiplerini toplumsal bir azınlık olan LGBTİ+ topluluğuna, yani gey, lezbiyen, biseksüel ve translara dönük olarak revize ettiler.
Bu belge o zamandan beri Yogyakarta İlkeleri olarak biliniyor. Yayımlanmasından bu yana Avrupa Birliği ve Amerika kıtası ülkelerinin büyük çoğunluğu başta olmak üzere birçok ülke LGBTİ+ haklarına ilişkin yasa hazırlarken bu belgeyi baz aldı, çünkü bu belge cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan insanlık onurunun korunması ve kişiliğin özgürce gelişmesine dair ilkelerin bir parçası olarak tanımlama gerekliliğini açıklaması bakımından geniş bir temel sağlıyordu.
Bu ilkeler tesadüfi değildir: Tüm dünyada LGBTİ+lara karşı yıllarca süren zulüm ve toplumsal etiketlemelere karşı, LGBTİ+ları yasal olarak koruma ihtiyacını ifade etmektedir. Belge, başından itibaren eşcinsel, biseksüel ve transların nefret suçlarına varan şiddet eylemlerine maruz kaldıklarından yola çıkmakta. Bu gerçek, Amerikalılar Arası İnsan Hakları Komisyonu gibi uluslararası kuruluşların ve Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi sivil toplum kuruluşlarının raporlarıyla geniş ölçüde belgelenmiştir.
Yogyakarta İlkeleri’nin uluslararası bağlayıcılığı olmasa da bu ilkeler dünya çapında çok sayıda devlet tarafından LGBTİ+ haklarına ilişkin yasalar çıkarırken temel alınan, LGBTİ+ların onurunu güvence altına alan bir dizi asgari koşulu tanımlama ve pratikte uygulama konusunda etkili bir model haline gelmiştir.
Söz konusu transların hakları olduğunda, çoğunlukla cinsiyet beyanı hakkı tartışması öne çıkıyor. Bu hak, transların, kimlik belgelerindeki kayıtlı cinsiyetlerini ve isimlerini, yani devlet karşısındaki varlıklarını kendi belirledikleri gibi beyan edecek şekilde değiştirme olanağını içeriyor. Kendi cinsiyetini belirleme hakkı, aynı zamanda hormon terapisi ve genital rekonstrüksiyon ameliyatına erişim hakkını da içeriyor, ancak bu prosedürler fiziksel olarak oldukça müdahaleci olduğu için geçiş süreci konusunda güvensiz hisseden pek çok trans da var. Ancak birçok ülkede translara ilişkin mevcut yasalar, trans bireyleri, beyan ettikleri cinsiyet kimliklerine uygun olan kimlik belgelerine sahip olabilmeleri için o cinsiyet kimliğine göre davranış sergilemeye ve belirli bir süre hormon tedavisi görmeye zorlamakta. Halihazırda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve çeşitli devletler üstü kurumların bu mevzudaki tutumu, transları bu müdahaleci süreçlerden geçmeye veya kısırlaştırılmaya zorlamanın insan onuruna hakaret ve insan hakları ihlali olduğu yönünde.
Özbelirlenim hakkının güvence altına alınması, “cinsiyet” kategorisinin yerini “toplumsal cinsiyet kimliği” kategorisinin alması anlamına gelir. Transların temel haklara erişimini engellemek için lobi yapan muhafazakâr gruplar ve trans dışlayıcı feministler, bu değişikliğin cis-kadınları yasal olarak güvencesiz bıraktığını iddia ediyorlar, tam da bu yüzden endişelerini dile getirmek adına “cinsiyete dayalı kadın hakları” gibi hukuki bir kurgu yarattılar. Son zamanlarda, İspanyol akademisyenler Amelia Valcárcel, Alicia Miyares veya İsveçli feminist Kajsa Ekis Ekman gibi tanınmış trans dışlayıcı feministler bu pozisyonda birleştiler.
Elbette ki cinsiyet kategorisinin yerine toplumsal cinsiyet kategorisinin geçmesi, bu durumda cinsiyet kimliğini ifade etmenin tek yolu kişinin beyanı olduğundan yalan beyanlara mahal verebilir. Ancak şu da bir gerçek ki beyana dayalı cinsiyet yasalarının bulunduğu yerlerde yalan beyanlar ya gerçekleşmemekte ya da ancak anekdot olarak kalmakta. Muhafazakârlar ve trans dışlayıcı feministler bu olasılığa karşı endişelerini dile getirip tavır alsalar da, bir İngiliz hükümet sözcüsü geçtiğimiz günlerde, kadın cezaevlerinde meydana gelen yüzlerce tecavüzden sadece altısının trans kadınlar tarafından gerçekleştirildiğini belirtti.
Zaten veriler gayet ikna edici: Kendi cinsiyetini belirleme hakkının güvence altına alındığı yerlerde, LGBTİ+lar arasında en kırılgan gruplardan biri olan transların maddi ve toplumsal refah göstergelerinde, yani maruz kaldıkları işgücü piyasasındaki ayrımcılık, kurumsal, sembolik ve cinsiyete dayalı şiddet, eğitim ve sağlık gibi evrensel haklarının güvence altına alınmasından mahrum bırakılmaları ve depresyon, anksiyete bozuklukları, intihar düşüncesi ve davranışı gibi psikolojik sağlık sorunlarında kayda değer bir iyileşme gözlenmekte.
Cinsiyet özbelirlenim hakkı, LGBTİ+ aktivistleri tarafından alınan keyfi bir karar olmadığı gibi, muhafazakâr veya trans dışlayıcı pozisyonlarla bağlantılı olan basının söylediği gibi kuir akademisyenlerin teorik bir kurgusu da değildir. Bu, toplumsal cinsiyetin özbelirlenimine ilişkin insan haklarının güvence altına alınması konusundaki somut ihtiyacın ifadesidir ve transların cinsiyetlerine uygun kimlik belgelerine erişimine izin veren ülkelerde yapılan uzun süreli araştırmaların sonucunda elde edilen sonuçlarla ve ampirik kanıtlarla da desteklenmektedir.
Transların özgürleşmesi yolunda daha atılacak çok adım olsa da özbelirlenim hakkının garanti altına alınması, LGBTİ+ topluluğunun en fazla risk altındaki grubu olan transların sosyal koşullarının iyileşmesi için belirleyici bir adım teşkil eden ve tartışma gerektirmeyecek bir konudur. LGBTİ+ hareketi feminist mücadelenin düşmanı değildir; tam aksine bu hareket, eşitlik ve adalet temeline dayalı bir toplumun inşası yolunda ve söz konusu cinsiyet eşitliği olduğunda patriyarkal ve heteronormatif iktidar ilişkilerini aşabilmesi için feministlerin taleplerini sahiplenmeleri gereken bir müttefiktir.
Tam da bu yüzden, Venezuela’da transların kendi cinsiyetlerini belirleme hakkının güvence altına alınması için mücadele etmeliyiz. Aslında, Nüfus Hizmetleri Kanununun 146. maddesi bu olanağı tanımasına rağmen, Maduro’nun patriyarkal ve halk karşıtı hükümetinin kontrolündeki devlet bu hakka erişimi engellemekte. Bu gerçeklik, Chavez ve Maduro hükümetlerinin sürdürdüğü ve transları toplumsal kırılganlık koşullarına hapseden devlet transfobisinin bir ifadesidir. Bu yüzden taleplerimizi yükseltmeye devam ediyoruz: Transların cinsiyet kimliği yasal olarak tanınsın! Transfobi öldürür ve dışlar!