Derinleşen ekonomik kriz ve yarattığı ağır sosyal yıkım, toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınların tüm bu koşullardan daha eşitsiz bir şekilde etkilenmelerine sebep oluyor. Bilhassa kriz dönemlerinde kadınlar çocuk bakımı ve “aile geçindirmemesi” bahane edilerek işten çıkarma listelerinin başında yer alıyor.
TÜİK verilerine göre 2022’de işgücüne dahil olmayan 30,5 milyon kişinin yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor ve Türkiye OECD ülkeleri içinde açık ara en düşük orana sahip. Temmuz ayı itibarıyla işsiz kadın sayısı 1,5 milyon olarak açıklansa da iş bulma ümidini kaybeden veya çalışabilir durumda olup iş aramayan 2 milyon kadın daha söz konusu. Son 3 çeyrekte bu sayı artarken genç kadın işsizliği ise son 15 yılda yüzde 40 ile zirveyi gördü.
Tüm bu sosyal politik yıkım karşısında AKP şaşırtmayacak bir biçimde ailenin elden gittiği yaygarasını koparıyor. Erdoğan, tüm kurumları aile müessesinin korunmasına davet ediyor. 81 ilde aile çalıştayları düzenleniyor. “Aileyi güçlendirmek, toplumsal değerleri korumak” amacıyla düzenlenen aile çalıştayları “iş ve aile yaşamının uyumlaştırılmasına yönelik geliştirilebilecek politikalar ve ailenin korunmasına ilişkin çalışmaları” masaya yatırıyor. İstanbul Sözleşmesi’ne, nafaka hakkına, 6284’e saldırıların, lgbti+ düşmanlığının ardından aile çalıştayları düzenlenmesi tesadüf müdür? Bizce hayır.
Zira aile; kadınların emeğinin gasp edildiği, evde harcadığı karşılıksız emeğin güçlendirildiği bir yer. Artan yoksulluğun psikolojik ve maddi yükünü kadınların ev içinde yüklenmesi istenir. Artan yoksullukla birlikte kadınların ev içi emek yükü katlanarak artar. Bilhassa büyük şehirlerde yaşama masrafını karşılayamayan pek çok aile şu dönemde şehirleri terk etmekte. Göç edilen şehirde iş bulmak, bir kadın için erkeğe göre oldukça zor. Ayrıca göç nedeniyle evdeki bakım yükü artıyor, çocukları yeni okullara yerleştirmeden yeni koşullara maaile adapte olmak kadının görevi oluyor. Ev ekonomisinin idaresi kadına yüklendiği için bu durum kadınlar açısından birçok sorunu beraberinde getiriyor. Temel gıda ve yaşamsal ürünlerdeki yüksek zamlar karşısında kadınların ana gündemi evi nasıl döndürecekleri ve tencerenin nasıl kaynayacağı noktasında kilitleniyor. Evin geçimini sağlamak için kadınlar kendi ihtiyaçlarını karşılamada dahi fedakârlık yapmak zorunda kalıyor. Buna isyan etmek başlı başına kadınları şiddetin hedefi haline getiriyor. Öte taraftan patriyarkal kapitalist sistemde kadınların formel işlere erişimi çeşitli sebeplerle engellendiğinden kadınlar güvencesiz ve esnek işlere yönelmek durumunda bırakılıyor.
Mücadele ederek kazandığımız İstanbul Sözleşmesi’nden “Aileler dağılıyor, lgbti+ olmak özendiriliyor” yaygarası ile çıkan iktidar, kadınları şiddet dolu ilişkilere mahkûm etmek ve boşanmaları engellemek için nafaka hakkını gasp etmeye çalışıyor. Şimdi ise amaç; aileyi güçlendirme adı altında kadınların var olan koşullara itiraz etmelerini engellemek, bu yükün altında daha fazla ezilmelerine neden olarak sosyal yıkımı sürdürülebilir kılmak, lgbti+lar üzerinden nefret söylemi geliştirerek toplumsal mücadeleleri marjinalize etmek ve milliyetçi muhafazakâr kitlesini bir arada tutmaya çalışmak. İşte bu nedenle ailenin güçlendirilmesi politikalarına itiraz ediyoruz! Ailenin güçlendirilmesi politikası, daha fazla şiddet ve daha fazla sömürüden başka bir şey değildir.