Melda Yaman ile kadın emeği ve toplumsal yeniden üretim perspektifine odaklandığı Yaşamı Üretmek: Bütüncül Bir Feminist Teoriye Doğru* kitabı üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kadın Dayanışması (KD): Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz ve yaşamı yeniden üreten faaliyetler üzerine bu denli kapsamlı ve zengin bir çalışmayı bizlerle buluşturduğunuz için teşekkür ederiz. Yaşamı Üretmek: Bütüncül Bir Feminist Teoriye Doğru kitabınızı henüz okumayanlar için genel, tanıtıcı bir soruyla başlamak isteriz. Kadınlar her gün yemek yapıyor, tuvalet fırçalıyor, çocukların ödevlerine yardım ediyor, daha ucuza sebze meyve bulabilmek için market market dolaşıyor ve ertesi günün yemeğini, çamaşırını planlayarak yaşamı yeniden üreten faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bu işleri erkek işi değil de “kadın işleri” yapan ne? Ve biraz daha derinleştirirsek, bu emekten kimler nasıl faydalanmakta?
Melda Yaman (MY): Hane içindeki karşılıksız bakım ve yeniden üretim faaliyetlerinden kadınların sorumlu tutulması sermayenin “mantığıyla” açıklanamaz. Sermayenin en soyut dinamikleri açısından herhangi bir emek etkinliğinin belirli bir cins tarafından yapılmasını gerektirecek bir neden bulunmuyor. Bu bakımdan soyut dinamikleri söz konusu olduğunda, sermayenin, değer ve artı değer yaratımı bağlamında, emek gücünün cinsiyetine kayıtsız olduğu söylenebilir. Lakin sermayenin fiili işleyişinde belirli emek etkinliklerinin belirli biçimde yerine getirilmesi sermayenin işine gelmektedir. Her şeyden önemlisi artı değerin kaynağı emekçinin sermayenin dışında üretilmesi zorunludur; ama sermaye açısından bunun kadınlar yahut erkekler tarafından gerçekleşmesinin bir önemi yoktur.
Sermaye tarih sahnesinde belirmeye başladığı dönemlerden bu yana üzerinde yükseldiği ilişkiler evreni, bu üretim ve yeniden üretim etkinliği için “hazır” bir biçim, aile ve hane biçimi ve buna bağlı olarak da cinsiyete dayalı işbölümü sunmuştur. Sermaye elbette ki aileyi ve hane ilişkilerini biçimlendirmekte, ona yeni belirlenimler kazandırmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki bu biçim, sermayenin ürünü değildir. O halde bu işlerin “kadın işi” olması başka bir ilişkiler evrenin ürünüdür: kadını bu işlere bir biçimde “mecbur” eden, bu işleri ona yükleyen bir eşitsiz ilişki sistemi. Bunun üzerine düşünürken bir başka hususu atlamak mümkün değil: Kadınların bu işi “üstlenmesi” sermayenin yararına evet; ama bu biçim erkeklerin de işine geliyor: Erkekler çocuklara, engellilere, yaşlılara bakmıyorlar, tuvalet fırçalamıyorlar, ne yemekle ne bulaşıkla ne de çamaşırla uğraşıyorlar. Bu yükten azadeler. Üstelik, yemekleri önlerine geliyor, tertemiz yatakları hazırlanıyor, gömlekleri ütüleniyor, çocukları büyütülüyor, anne ve babalarına bakılıyor, vs. Hem bakım sorumluluklarını yerine getirmiyorlar hem de kendilerine de bakılıyor. O halde açık ki bu biçim onların da epeyce işine geliyor. Sözün özü, kadınların bu emek etkinliklerinden hem sermaye hem de erkekler faydalanıyor. Bu işlerin kadın işi olması, kadınların emekleri ve bedenleri üzerinde denetim kuran, kadınların cinselliklerini ve doğurganlıklarını baskılayan ataerkil sistemin ürünüdür. Dolayısıyla, sermayenin kadınların emeğini özgül bir biçimde sömürebilmesini olanaklı kılan da, ataerkil eşitsizliklerdir.
“Bir toplumsal ilişki biçimi olarak sermaye, bir başka toplumsal ilişkinin, kadınlarla erkekler arasındaki eşitsiz ilişkilerin zemininde yeşerdi, serpildi.”
KD: Kitabınızdan aktarımla, toplumsal yeniden üretim yaklaşımı kadınların ev içindeki emek sürecini “yeniden üretim” kavramıyla analiz ediyor; üretim ve yeniden üretimin bütünleşik ve birleşik bir süreç olduğunu gösteriyor. Ancak bu işleri kadın işi yapan cinsler arası eşitsiz ilişkileri ve erkeklerin bu emekten nasıl faydalandığını incelemekten kaçınıyorlar. Kadınların ezilmesinin kaynaklarını anlamak için ataerki ve sermaye arasındaki ilişkiyi nasıl konumlandırırsınız?
MY: Bir önceki sorudan devamla, bu işlerin kadın işi olmasının, kadınların emekleri ve bedenleri üzerinde denetim kuran, kadınların cinselliklerini ve doğurganlıklarını baskılayan ataerkil sistemin ürünü olduğunu; sermayenin, ataerkil ilişkilere yaslanarak, kadınların emeğini özgül bir biçimde sömürebildiğini tekrarlayalım. Bir toplumsal ilişki biçimi olarak sermaye, bir başka toplumsal ilişkinin, kadınlarla erkekler arasındaki eşitsiz ilişkilerin zemininde yeşerdi, serpildi. Sermaye gelişiminde, bir yandan ihtiyaçları çerçevesinde ataerkil eşitsizliklerin sağladığı olanakları kullandı, bir yandan da ataerkil eşitsizlikleri çeşitlendirdi, bu yapıya yeni eşitsizlikler ekledi. Bu süreç bir yandan erkeklerin egemenliğinde erkeklerin avantajlarını ve konforlarını tehlikeye atmadan kadınların emekleri ve bedenleri üzerinde türlü tahakküm ve sömürü biçimleriyle yürütülürken bir yandan da kuşkusuz kadınları bir dereceye kadar özgürleştirici ve bağımsızlaştırıcı etkide de bulundu. Ataerki ile sermaye arasındaki ilişki çoğu zaman dayanışmacı bir ilişki olarak ama kimi zaman da çelişkiler taşıyarak ilerliyor.
KD: Ataerki ve sermaye arasındaki ilişkiyi biraz daha açar mısınız?
MY: Elbette; ataerki ile sermayeyi kendinde ayrık yapılar olarak görüyorum. Ancak, bu ne ataerkinin ne de kapitalizmin “boşlukta” devinen yapılar olduğu anlamına geliyor. Her biri kendi rasyonellerine ve dinamiklerine sahip eşitsizlik biçimleri. Her biri öte yandan diğerini zeminliyor. Yani sermaye bir üretim sistemi olarak belirli toplumsal ilişkiler evreninde -ki onlardan biri ataerki- ortaya çıkmış, bu ilişkilerden beslenip onları dönüştürerek varlığını sürdürüyor. Ataerki, yani, sermayenin işleyişinin maddi temellerini/zeminini sağlıyor. Mesela kadınlar kadim işleri olan bakım ve yeniden üretim işlerine hapsedilirken, ücretli işin esas olarak “erkek işi” olarak görülmesi sermayeye özgüdür ama bu, ataerkil eşitsiz ilişkiler sayesinde gerçekleşmiştir. Böylece ataerki sermayeye başlıca değer kaynağını, emek gücünü, karşılıksız bir biçimde üretip yeniden üretecek kadın havuzunu sağlıyor. Yine ataerki bir sistem olarak sermaye ilişkilerinde zeminleniyor. Ataerki sabit bir sistem değil; değişiyor, kapitalist koşullarda yeni belirlenimler kazanıyor. Yani nasıl ki sermayenin içinde devindiği toplumsal ilişkiler kadınları baskılayan eşitsiz ilişkilerse, ataerkil ilişkiler de sermayenin dinamikleri ve eğilimleri uyarınca değişip dönüşüyor. Bugün kadınların erkeklere bağımlılığının yeni ve çok önemli bir biçimi, ücret ilişkisi. Kadınların hane içindeki bakım ve yeniden üretim yükünden kaynaklanan ücretli işe sınırlı katılımı, erkeklere bağımlılıklarının sürmesinin de önemli bir nedeni.
“Kadınların kurtuluşu sadece sermayenin ilgasını gerektirmiyor, erkek egemenliğinin de son bulmasını gerektiriyor. Bu nedenle mücadelenin sermayenin yanı sıra erkek egemenliğine karşı da yürütülmesi gerekiyor.”
KD: Marx’ın Kapital ve başka eserlerinde kadın işçilerin çalışma koşullarına değindiğini biliyoruz, Engels’in ünlü “Kadın cinsinin dünya tarihsel yenilgisi” diye anılan erkek egemenliğinin sınıflı toplum içinde özel mülkiyetin yükselişiyle ortaya çıktığı analizlerini biliyoruz. Ancak pek çok feminist teorisyen tarafından Marksizmin emek sürecine bütünlüklü bakmadığına, kadınların hane içindeki emek sürecini toplumsal yeniden üretimin bir parçası olarak değerlendirmediğine ilişkin eleştiriler bulunmakta. Bütüncül bir feminist teorinin inşasına giden yolda Marx’tan hem kattıklarıyla hem de sınırlılıklarıyla nasıl faydalanabiliriz?
MY: Günümüz toplumunda kadınların ezilmesini açıklamak için Marx’ın analizine ihtiyacımız var. Öncelikle Marx’ın maddeci ve diyalektik yöntemi, kadınların ezilmesinin maddi temellerini açıklamada yol gösterici. Böylelikle bakım, yeniden üretim ve ev içi emeği teorileştirmek mümkün oldu. İkincisi, hem sermayeyle hem de krizlerle mücadelede Marx’ın sermaye analizine ihtiyacımız var. Bugün kadınların büyük kısmı ya işçi sınıfının doğrudan bir üyesi ya da işçi sınıfı hanelerinden geliyor. Kadınların ezilmesinin önemli bir veçhesini, emek gücünü satmaktan başka bir çaresi olmayan sınıfın bir üyesi olmaları oluşturuyor. Bunun yanı sıra sermaye sadece ücretli iş bağlamında değil, hane içindeki emek süreci, ideolojik süreçler, ekolojik sorunlar, meta ilişkilerinin yaygınlaşması, özellikle sağlık ve eğitim gibi temel mal ve hizmetlerin meta ilişkilerine çekilip sermayenin değerlenme alanı haline gelmesi bakımından da hayatımızın pek çok veçhesini belirliyor. Bugün, çocuk doğurmaktan aşka, sanat ve edebiyat gibi yaratıcı etkinliklere katılmaktan bilimsel faaliyet yürütmeye pek çok alan sermayenin nüfuz ettiği alanlar. Kadınların kurtuluşu bu nedenle sermayenin ortadan kalkmasını gerektiriyor. Marx’ın başyapıtı Kapital, kendi kendine genişleyen bir değer olarak sermayenin en yetkin teorisini sunuyor bize. O nedenle, ücretli kadın işçilerin sorunlarını, hane içindeki ücretsiz emek sürecinin kimi işlevlerini, kapitalist krizlerde kadınları bekleyen koşulları, kadın emeğinin ve bedeninin meta olarak özgül sömürülme biçimlerini, günümüz (burjuva) ailesinin taşıdığı işlevleri, kadınların erkeklere bağımlığının yeni biçimlerini vs. çözümlemek, sermayeyi çözümlemeden mümkün olmuyor. Bu nedenle sermayeyle mücadelede Marx’ın sermaye analizini iyi anlamak gerekiyor. Ama, Marx’ın yönteminin ve yapıtlarının feminist teori için kritik önem taşıdığını söylemek Marx’ın teorisinin feminist teorinin yerini alacağı anlamına gelmiyor. Feminizm bize, her şeyden önce, kadınların “kadın” oldukları için ezildiğini, kadınların ezilmesini incelerken öncelikli olarak kadınlarla erkekler arasındaki eşitsiz ilişkiye bakmamız gerektiğini söylüyor. Marx’ın bu bağlamda bir analiz için yeterli araçları sunmadığının altını çizmek gerek. Neden erkek emek gücünün norm olduğunu, kapitalistlerin kadın işçileri nasıl özgül biçimlerde sömürebildiğini, hane içi emek sürecinin neden kadınların görevi görüldüğünü, emek gücünün yeniden üretiminin neden bütünüyle meta ilişkileriyle gerçekleşmediğini, krizlerde neden kadınların önce işten çıkarıldığını, aile bağlarını, aşkı, erkek şiddetini vs. açıklayabilmek için de sermayeyi çözümlemek yeterli olmuyor. Zira kadınların ezilmesi, sermayenin mantığıyla açıklanamaz. Marx’ın teorisinin feminist argümanlarla, kapitalizm analizinin ataerkinin analiziyle birleştirilmesi gerekir. Kadınların kurtuluşu sadece sermayenin ilgasını gerektirmiyor, erkek egemenliğinin de son bulmasını gerektiriyor. Bu nedenle mücadelenin sermayenin yanı sıra erkek egemenliğine karşı da yürütülmesi gerekiyor.
“Sermayeyle ve devletle mücadele ederken erkeklerle de mücadeleyi sürdürmek şart.”
KD: Kitabınızın hedeflerinden bir tanesinin de sadece kadının ezilmişliği ve sömürü ilişkilerinin analiziyle sınırlı kalmayıp, ataerki ve sermayenin yarattığı eşitsiz koşullarla nasıl mücadele edeceğimiz konusunda da katkı sağlamak olduğunu belirtiyorsunuz. Kadınların pandemiden bu yana artan iş yükü ve yaşanan ekonomik krizin faturası düşünüldüğünde nasıl bir mücadele hattı öngörüyorsunuz? Bir eylem programı çıkaracak olsak neleri önceliklendirirsiniz, hangi talepler ön plana çıkar?
MY: Tabii böylesi bir reçete yazmak olanaklı değil, ayrıca doğru da değil. Bu hususları kadınlar, feministler hep birlikte belirlemeliyiz. Buna karşılık, sizin de belirttiğiniz gibi, kimi önceliklerden söz edebilirim. Başta kreş ve yaşlı bakım kurumları olmak üzere kamusal ve erişilebilir bakım kurumları talebi çok kritik. Bunun yanı sıra mahallelerde ücretsiz yahut ucuz yemekhaneler, marketler, çay bahçeleri, dinlenme ve spor salonları gibi erişilebilir kamusal yapılara ihtiyaç büyük. Ebeveynlik izninin öne çıkartılması, eşdeğer işe eşit ücret, istihdam kotaları çok uzun zamanlardan bu yana dillendiriliyor; bu talepleri dillendirmeye devam etmeliyiz. Esnek çalışma yerine çalışma saatlerinin düşürülmesini de gerçek bir talebe çevirmek gerek. Ayrıca, sendikalarda kadın komisyonları ve kadın meclisleri kurulması konusunda da ısrarcı olmak gerekiyor. Başta öğrenciler olmak üzere genç kadınları evliliğe yönlendiren iktidarın aksine kadın yurtları, iş olanakları, eğitim destekleri büyük önem taşıyor. Tüm bu taleplere erkeklerle ilişkimizi değiştirecek, emek ilişkilerini dönüştürecek tedbirler de eklenmeli kuşkusuz. Sermayeyle ve devletle mücadele ederken erkeklerle de mücadeleyi sürdürmek şart.
KD: Söyleşiyi bitirmeden önce hem teorik katkıları hem de kadınların hak mücadelesine yol göstericilik eden bu kapsamlı kitabı hazırlayıp yayına sunduğunuz için çok teşekkür ediyoruz.
MY: Güzel sözleriniz için de bu söyleşi için de çok teşekkür ederim.
*Yaşamı Üretmek: Bütüncül Bir Feminist Teoriye Doğru, Melda Yaman, Dipnot Yayınları