Diyarbakır Bağlar’da yaşayan 8 yaşındaki Narin Güran 21 Ağustos’ta kayboldu. Tüm kolluk güçlerinin seferber edildiğinin söylenmesine rağmen Narin günlerdir bulunamıyor. Diyarbakır İl Jandarma Komutanı’nın “Sonuca çok yaklaştık, çember çok daraldı” dediği 8. günde abisi gözaltına alındı, 13 gün sonra muhtar amcası Salim Güran kasten öldürme şüphesiyle tutuklandı. Şüpheliler, “kutsal” ailenin içinden çıktı. Devletin Kürt illerindeki askeri-polisiye baskı uygulamalarının bir parçası olarak jandarmanın araç giriş-çıkışlarını denetlediği, dört bir yanı kameralarla dolu olan, herkesin birbirini tanıdığı bir köyde kayıp bir çocuk nasıl bulunamaz? İktidarın aczi ortada.
Ne yazık ki Narin ilk değil. Türkiye, kayıp çocuk vakalarında dünyada ilk sıralarda. TÜİK’in açıkladığı 2008-2016 verilerine göre Türkiye’de günde ortalama 32 çocuk kaybolmuş. Bu çocukların akıbeti ne oldu, bilmiyoruz. Devlet kurumları 2016 yılından beri resmi verileri açıklamıyor. Kuş uçsa haberi olduğunu söyleyen devlet, yüz binlerce kayıp çocuğu bulamıyor.
Cezasızlığın hâd safhada olduğu, önleyici ve koruyucu tedbirlerin alınmadığı koşullarda çocuklar aile içinde de dışında da güvende değil. Tek Adam iktidarının çocuğun üstün yararını değil de şiddet dolu ailenin bütünlüğünü, patriyarkal yapı ve normları temel alan politikaları çocukları korumuyor. Bunu 6 Şubat depremlerinden sonra tarikatlara teslim edilen refakatsiz depremzede çocuklardan, yaşadığı istismar ve ihmal yıllarca örtbas edilen H.K.G’den, etkin soruşturma yürütülmediği için 4 yıldır bulunamayan Gülistan Doku’dan biliyoruz.
Çocuk kayıpları çözümsüz vakalar değil, iktidarın politik tercihlerinin bir sonucudur. Tıpkı çocuk, kadın, trans cinayetlerinde olduğu gibi. Ve erkek egemen iktidar tıpkı İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamadığı yetmediği gibi sözleşmeden geri çekildiği, 6284’e savaş açtığı gibi Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara Karşı Korunmasına İlişkin Lanzarote Sözleşmesi’ni de etkin uygulamıyor. İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284’ün “çocuğa karşı şiddet” olduğunu iddia eden Türkiye Aile Birliği, Türkiye Aile Meclisi gibi aşırı dinci ve sağcı oluşumların Lanzarote Sözleşmesi’ne “çocukları fuhşa, pedofiliye, kaosa, sapıklığa sürüklediği” iddiasıyla karşı olması ne tesadüf ne de şaşırtıcı.
Devlet, daha da savunmasız durumda olan göçmen çocuklar dahil tüm çocukların güvenli ortamlarda yaşamalarını sağlamak zorunda! Çocukların şiddetten ve istismardan uzak, eşit ve adil bir yaşam sürebilmelerine yönelik politikaları ve mekanizmaları hayata geçirmek zorunda!