18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü, milyonlarca insanı korkunç koşullar altında göç etmeye zorlayan sistematik güç yapılarıyla yüzleşme günü. Özellikle kadın göçmenler, sistematik ihmal ve kökleşmiş eşitsizlikler arasında sıkışıp kalarak daha da zor mücadelelerle karşı karşıya kalıyorlar. Çoğu zaman bir tercih olarak sunulan göç, pek çok kadın için siyasi istikrarsızlık, ekonomik çöküş ve yaygın toplumsal cinsiyete dayalı şiddet nedeniyle başvurulan son çare. Bu kadınların yolculukları, hükümetlerin ve kapitalist sistemin temel insan haklarını koruma ve eşit fırsatlar sağlama konusundaki başarısızlıklarını gözler önüne sermekte.
Bugün dünya göçmen nüfusunun yarısını oluşturan kadınların göçü, sorunlu bir sistematik istismar ve ihmalin rahatsız edici örüntüsünü ortaya koymakta. Çoğunlukla ailelerinin geçimini sağlayan 95 milyon kadın, daha iyi bir gelecek umuduyla göçün yükünü üstlenmekte. Ancak birçoğu sömürücü emek uygulamaları ve cinsel şiddet de dahil olmak üzere bir dizi adaletsizliğe maruz kalıyor. Örneğin seks ticareti, göçü çevreleyen sistematik yetersizliklerin en kötü sonuçlarından biri olmaya devam ediyor ve kadınlar bu durumdan orantısız bir şekilde etkileniyor. İnsan kaçakçıları, kısıtlayıcı göç politikalarını ve daha iyi olanaklar arayan kadınların çaresizliğini, kadınları istismar ve zorla çalıştırma döngülerine hapsetmek için kullanıyorlar.
Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen kadın göçmenler, ulusal sınırları aşan bir dizi adaletsizlikle karşı karşıya kalarak en ağır mücadelelerden bazılarına katlanıyorlar. Örneğin Filistinli kadınlar onlarca yıldır süren işgal nedeniyle yerlerinden edilmekte ve genellikle bakıcı ya da ev işçisi olarak çalışmak üzere evlerini terk etmekte. Gittikleri ülkelerde maaşlarının kesilmesi, belgelerine el konulması ve kısıtlayıcı çalışma koşulları şeklinde sömürüye maruz kalıyorlar. Benzer şekilde, Sudan ve Suriye’den gelen kadınlar bir yandan ekonomik olarak hayatta kalmanın ve bakım emeğinin getirdiği çifte yükün altından kalkmaya çalışırken, diğer yandan da diktatörlük rejimlerinden dolayı maruz kaldıkları acı durumları terk etmenin travmasını yaşamakta ve kendilerini kayıtdışı işgücü piyasalarında veya ağır sömürü koşullarında kapana kısılmış halde bulmaktalar. Tüm kıtalarda göçmen kadınların karşı karşıya oldukları mücadele ortak: sistematik ayrımcılık, sağlık hizmetlerine ve eğitime sınırlı erişim, sömürü ve istismara maruz kalma. Çoğu durumda, zaten güvencesiz olan durumlarını daha da kötüleştiren ölümcül hastalıklara ve güvenli olmayan ortamlara da maruz kalmaktalar.
Göçün insani bedelini görmeli ve temel nedenlerini ele alan politikalar uygulamalıyız. Bu; göç için güvenli yollar yaratmak, göçmen işçileri korumak için sağlam yasal çerçeveler oluşturmak ve patronları göçmen işçilere dönük ağır sömürü koşullarına tabi uygulamalardan sorumlu tutmak anlamına geliyor. İnsan kaçakçılığı ve diğer sömürü biçimleri, yaptırıma ve hesap verebilirliğe öncelik veren eşgüdümlü küresel çabalarla ele alınmalıdır. Bu tedbirler alınmadığı takdirde, göçmen kadınlar savunmasızlık döngülerine hapsolmaya devam edecek, emekleri değersizleştirilecek ve hakları görmezden gelinecek. Uluslararası Göçmenler Günü sembolik jestlerin ötesine geçerek bir eylem çağrısı haline gelmelidir. Göçmen kadınlar yalnızca koşulların mağduru değil, eşitlik ve adalete öncelik vermeyen kapitalist sistemde hayatta kalmaya çalışanlardır. Onların hikâyeleri hem kendi ülkelerinin hem de göç ettikleri ülkelerin hükümetlerinin hesap vermesini gerektirmektedir. Onların mücadelelerine ortak olmak; sömürüye dayalı yapıları ortadan kaldırmak ve göç politikalarının insan onurunu, adaleti ve kapsayıcılığı yansıtmasını sağlamak için çabalamayı gerektirir. Değişim isteğe bağlı değil, ahlaki ve politik bir zorunluluktur.